Anlık olaylar, fikirler, gudik ismail vs...
Sun, 17 Dec 2006
En son CL ile uğraştığımızda sembol şeklinde aldığımız IP adresini listeye çevirmiştik. Peki ya bu listeyi yeniden bir string haline çevirmek istersek? İşte, format
ile tanışma zamanı.
Diğer birçok dildeki %s, %d gibi basit metin biçimleme ifadelerinin aksine Common Lisp'in format
komutu sadece bir metin biçimlendiriciden çok daha ötesidir. format
, kendi içinde koşul ve döngü yapıları da barındıran ufak ve kriptik bir programlama dilidir. En basitinden bir format ifadesi şöyle olabilir:
CL-USER> (format nil "~a" 42)
"42"
CL-USER>
format
dilinde operatörler "~" ön eki ile başlarlar. "~" işareti ile tek karakterden oluşan operatör arasında ise o operatörün aldığı parametreler bulunur. Bir örnek vermek gerekirse:
CL-USER> (format nil "~$" pi)
"3.14"
CL-USER> (format nil "~5$" pi) ;bu sefer noktadan sonra 5 basamak yaz
"3.14159"
CL-USER>
Burada uzun uzadıya format
anlatacak değilim, zira kendisi oldukça uzun ve detaylı özelliklere sahip. format
hakkında daha detaylı bilgi almak için Practical Common Lisp'in buna ayırdığı bölümü okuyabilirisiniz. Biz elimizdeki işe dönelim. Elimizde liste şeklinde ifade edilen bir IP adresi var, ve bunu bir metine çevirmemiz lazım. Bu iş için format
bize ilginç bir operatör sunar: "~{ <ifade> ~}". Bu operatör, parametre olarak verilen liste içerisindeki her eleman için içeride verilen ifadeyi çalıştırır. Bunu bizim IP adresi örneğimize uygularsak:
CL-USER> (format nil "~{~d.~}" '(192 168 1 1))
"192.168.1.1."
CL-USER>
Güzel, hoş ama o sondaki nokta da ne öyle? Her sayının sonuna nokta koyarsak olacağı buydu. Peki listenin son elemanından sonra nokta koymaması için ne yapabiliriz? Bu iş için format
bize bir başka ilginç araç sunar: "~^". Bu operatör sayesinde format
işleminin bu operatörden sonraki kısmı listenin son elemanına uygulanmaz. Deneyelim, ve görelim:
CL-USER> (format nil "~{~d~^.~}" '(192 168 1 1))
"192.168.1.1"
CL-USER>
Evet, bu kesinlikle daha güzel oldu. Format ile daha birçok ilginç şey yapmanız ve şaşırmanız mümkün. İşte bunlardan birkaçı. Mesela ya kullanıcılarınız rakamları tanıyamıyor, fakat İngilizce okuyunca anlayabiliyorsa?
CL-USER> (format nil "~{~r~^ dot ~}" '(192 168 1 1))
"one hundred ninety-two dot one hundred sixty-eight dot one dot one"
CL-USER> (format nil "~{~r~^ nokta ~}" '(192 168 1 1))
"one hundred ninety-two nokta one hundred sixty-eight nokta one nokta one"
CL-USER>
Peki ya kullanıcılarınız zamanda yolculuk yaparak Eski Roma'dan gelmişse?
CL-USER> (format nil "~{~@r~^ . ~}" '(192 168 1 1))
"CXCII . CLXVIII . I . I"
CL-USER>
Eski Roma'lı zaman yolcuları için yazılım üretmenin ne kadar mantıklı bir iş olduğunu tartışmaya başlamadan önce bir milyon tane tuhaf özelliği içerisinde barındıran yazılımlarla ilgili olarak Joel Spolsky'nin dediklerini bir okumakta fayda var.
Tue, 28 Nov 2006
Uzun zamandır müzik üzeirne birşeyler yazmıyordum. Neyseki Ayhan Sicimoğlu'nun yeni albümü beni bu tembellikten vazgeçirecek kadar kıpır kıpır bir albüm olmuş.
Albümü dinlemeden önce Ayhan Sicimoğlu'nun kim olduğu konusunda pek bir fikrim olduğunu söyleyemem. Yine de, neden bilmem, albümü görünce sanki uzun zamandır çıkmasını beklediğim bir albümmüş gibi hiç düşünmeden aldım. Eve gelip CD'yi paketinden çıkarınca (French Fries Alaturca) oldukça ilginç hazırlanmış bir iç kapak ile karşılaştım.
Kapağı atlayıp diski takıp dinlemeye başladığımda ise daha ilginç bir süprizle karşılaştım. Albümün açılışı, geri kalanından (ve benim beklentilerimden) oldukça farklıydı. Neyse ki bu güzel ilk dakika şokundan sonra albüm asıl havasına girdi ve oynak latin jazz ritmleri ortalığı kapladı.
Teker teker şarkılar üzerinde durmayacağım, zira albüm her biri diğerinden daha güzel parçalardan oluşuyor fakat özellikle son derece hareketli Istanbul pas Constantinople ve Historia de Un Amor gibi şarkıları özellikle dikkatle dinlemek gerek diye düşünüyorum. Tabii Historia de Un Amor'un çevirisi Bir Aşk Hikayesi'nde Mirkelam'ın yorumu ve şu sözler albümün tek "olmamış" kısımlarıydı.
Ben de en güzelini
Hem de en fıstığını (!#?)
Nerede olsa bulurum.
Rüyalarım oldu gerçek işte bir anda
Hayat toz pembeymiş meğer yeni çıtırımla (#!?)
İhtiyarım diye takma
Cebinde paranda varsa
Vur patlasın çal oynasın
İşte aşk hikayesi
!#?: Bunların şarkıya uymamasına mı yanayım, seçilen kelimelere mi yanayım bilemiyorum...
Thu, 23 Nov 2006
Aslında bu "Yerli Malı Ginger" diye hitap ettiğim "Erke" üzerine birşey yazmayı istemiyordum fakat şu yorumu görünce paylaşmadan duramadım:
İBRAHİM UÇAR 22.11.2006 18:40:52
Arkadaşlar fizik kanunları var deyip duruyorsunuz bu kanunları da insanoğlu buldu yine insanoğlu değistirebilir. İnanmak güç ançak doğru olabileceğinide düşünerek destek çıkalım adamlardaki hevesi kırmayın ne olur. Böyle şeylere ihtiyacımız var ve olacaktır…
Bu yorum beni anılarıma götürdü... Newton daha ortada yokken Leonardo Da Vinci ile nasıl Roma - Venedik arası uçtuğumuzu, Einstein'dan önce Gauss ile nasıl da ışıktan hızlı yolculuklara çıktığımızı hatırladım.
Hazır eski günlere dönmüşken bir anımı anlatayım... Heisenberg'in ortalıkta olmadığı, haliyle evrenin deterministik olduğu günler... Bir ara ışıktan hızlı gdip gelecekten bilgi getiren bir arkadaşım bana evrendeki tüm temel parçacıkların konum ve hız bilgilerini içeren bir CD vermişti. CD'yi gözlerimi kullanarak okuduktan sonra oturup biraz hesap yaptım ve sonraki on yıl boyunca tüm şans oyunlarının sonuçlarını öğrendi. İşte bugünkü servetimin en önemli kaynağı o zamanlarda sonucunu bildiğim şans oyunlarıdır.
Wed, 15 Nov 2006
Dün Common Lisp ve ağ uygulamaları gibi şeylerle oynarken kullanıcıdan bir IP adresine ilişkin bilginin en kolay nasıl alınabileceğini düşündüm. Tabii interaktif bir uygulamada bu o kadar büyük bir problem değil. Peki ya CL kodu şeklinde bir programın ayar dosyasını üretmeye çalışıyorsak? O zaman kullanıcının bu değerleri çift tırmak karakterleri içinde yazması gerekirdi ki bu da eğlenceli değil. Bunun üzerine ilk aklıma gelen şey kullanıcıların #IP192.168.1.1 şeklinde yazabilecekleri bir Reader Macro yazmak olduysa da sonradan daha kolay bir yöntem olduğunu farkederek aydınlandım! Common Lisp'te en çok uğraştığımız şeylerden biri nedir? Semboller! Peki bir IP adresi sembol olabilir miydi? En kolay yolu denemekti...
; SLIME 2005-12-27
CL-USER> '192.168.1.1
|192.168.1.1|
CL-USER>
Evet, IP adreslerini sembol olarak kullanabiliyoruz... Güzel. Peki bu sembolü kendi programımızın kullandığı IP adresi biçimine nasıl çeviririz? Hm... Mesela bir metine çevirip metni de "." karakterini kullanarak bölsek... Belki... Önce bir sembolümüzü metne çevirelim...
CL-USER> (symbol-name '192.168.1.1)
"192.168.1.1"
CL-USER>
Tamam, bunu yapabiliyorsak geriye kaldı metni işlemek... İşimizi kolaylaştırması için split-sequence paketini kullanmamız hiç fena olmaz bence...
CL-USER> (asdf:oos 'asdf:load-op :split-sequence)
; loading system definition from
; /usr/share/common-lisp/systems/split-sequence.asd into #<PACKAGE "ASDF0">
; registering #<SYSTEM :SPLIT-SEQUENCE {B015E11}> as SPLIT-SEQUENCE
NIL
CL-USER> (split-sequence:split-sequence #\. (symbol-name '192.168.1.1))
("192" "168" "1" "1")
11
CL-USER>
Tamam, bir yerlere gelmeye başladık. Fakat aklıbaşında hiçbir insan evladının bir IP adresini dört adet metin halinde saklayacağını sanmıyorum. En iyisi biz bunları sayı yapalım.
CL-USER> (mapcar #'parse-integer (split-sequence:split-sequence #\. (symbol-name '192.168.1.1)))
(192 168 1 1)
CL-USER>
Voila!
Not: Tabii bu iş Python'la map(int, "192.168.1.1".split('.')) şeklinde de yapılabilir. Ancak ne yazık ki Python'da sembol diye bir yapı olmadığı için metin kullanmak zorunda kalıyoruz ki, bu da zaten asıl amaca ters. Python ile ne kadar DSL yazılır, dil ne derece eğilip bükülebilir konularına ise girmek istemiyorum...
Thu, 20 Jul 2006
Eğer Turkcell ile GPRS bağlantısı yapmaya çalıştıysanız yukarıdaki satır size tanıdık gelecektir. Tatil ortamından internete girmeye çalıştığınız zaman yukarıdaki satır tam anlamıyla tek satırlık bir kurtarıcı oluyor. Neden bilmiyorum fakat Avea+Ericsson R520m kullanırken sadece *99# yazarak internete girebiliyorken Turkcell ile bağlanabilmek için böyle bir ekstra girizgah metnine ihtiyacınız oluyor. Peki ne yapıyoruz? wvdial kullanıyorsak zaten sorun yok. /etc/wvdial.conf dosyasına şu satırı ekliyoruz:
Init3 = AT+CGDCONT=1,"IP","internet"
Peki ya bir Debian kullanıcısı olarak işleri Debian usulü halletmek istersek? Ne yazık ki pppconfig istediğimiz kadar girizgah metni yazmamıza izin vermiyor. Bu durumda biz ne yapıyoruz? Açıyoruz /etc/chatscripts/Tcell (veya sizin bağlantıya verdiğiniz isim neyse o) dosyasını ve hemen ATZ satırının altına şu satırı ekliyoruz:
OK 'AT+CGDCONT=1, "IP", "internet"'
Artık rahatlıkla "pon Tcell" yazarak internete bağlanabiliriz. Afiyet olsun...
Not: Ufak bir detay. Tam olarak bu komutun ne yaptığını bilmesem de yer yer IP parametresi yerine PPP kullanılabiliyor. "internet" ise bağlanmak istediğiniz apn'i belirtiyor. Belki birinin işine yarar...
Sat, 15 Jul 2006
Uzun zamandır hayalini kurduğum güzel tatilime bugün başladım. Birkaç hafta boyunca buradaki balıklara Özgür Yazılım, Linux falan anlatmayı planlıyorum...
Thu, 22 Jun 2006
Bugün annemin Nokia 6101 telefonu ile çektiği resimleri bilgisayara aktarmam gerekti. Yalan olmasın, ilk aklıma gelen, biraderimin Windows XP ve Nokia PC Suite kurulu bilgisayarını kullanarak fotoğrafları oraya yüklemekti. Bilgisayarın başında yarım saat kadar debelendikten sonra pes ettim ve Debian Sarge yüklü sunucumun yolunu tuttum (dizüstü bilgisayarımda kızılötesi desteğini derlememiştim).
Hemen USB IrDA aletini yerine taktım. Ardından root olarak şu komutları verdim:
# IrDA stack'i bu kızılötesi aleti kullanmaya ayarla
deepthought:~# irattach irda0 -s
# Bir de kontrol et, bakalım cep telefonunu görüyor mu...
deepthought:~# irdadump
Evet, işin root kısmı hallolmuştu. Şimdi sırada dosyaları almak vardı. Karşıma çıkan ilk sorun karakter kodlaması oldu. Ben UTF-8 çalışıyordum fakat telefondaki dizin isimleri ISO-8859-9 olarak kodlanmışlardı. Haliyle şöyle bir komut çalışmıyordu:
tonguc@deepthought:~$ obexftp -i -c Görüntüler -l
Bu komut Görüntüler dizinini listelemesi gerekirken bu konuda oldukça isteksiz davranıyordu. Sorunun sebebi dizin ismindeki "ö" ve "ü" karakterleriydi. Bu sorunu çözmek için komuta ufak bir değişiklik yapmak gerekti:
tonguc@deepthought:~$ obexftp -i\
-c `echo Görüntüler | recode utf-8..iso-8859-9` -l
Voila! Artık doğru dizini listeleyebiliyordum! İkinci sorun ise OBEX protokolü üzerinden dosya aktarmamızı sağlayan güzel bir program olan obexftp'nin bir dizini komple kopyalama gibi bir özelliği olmamasıydı. Dizindeki dosyaların listesini alıp sonra da bunları teker teker cihazdan alacak bir program lazımdı. Aslında obexftp'nin -l parametresi ls komutununkine benzer, adam akıllı bir çıktı üretseydi bu bir sorun olmayacaktı fakat kendisi XML üretmeyi tercih ediyordu. Açıkçası gecenin bu saatinde hiç XML işlemekle uğraşamazdım. Bu noktada da sağolsun eski dostum grep bir an sektirmeden imdadıma koştu. Telefonda çekilen fotoğrafların isimleri için bir ön ek verebiliyordunuz. Bu telefonda ön ek "Foto"ydu.
tonguc@deepthought:~$ obexftp -i \
-c `echo Görüntüler | recode utf-8..iso-8859-9` -l | egrep\
-o 'Foto[0-9]{3}\.jpg' > foto.list
Evet, artık elimde düzgün bir foto listesi vardı. Artık tek yapmam gereken bir for komutu ile bunları teker teker almaktı.
tonguc@deepthought:~$ for foto in `cat foto.list`;
do obexftp -i\
-c `echo Görüntüler | recode utf-8..iso-8859-9`\
-g $foto;
done
Birkaç dakikalık bekleyişin ardından dosyalar diskimdeydi. Bir de komut satırı zor derler...
Mon, 05 Jun 2006
Bundan sonra bana "Nedir bu Fazla Mesai'nin olayı?" gibi sorular soranlara uzun uzun açıklama ypamak yerine "Budur!" diyeceğim. Demekki neymiş, programlama dillerinin karşılaştırılması demek her zaman "flamewar" demek değilmiş. Aklıbaşında insanlar tarafından yapılırsa ziyadesiyle eğitici bir eylem dahi olurmuş...
Fri, 02 Jun 2006
Evet, bir kere daha beni Fazlamesai Galaksisi ve Linux Gezegeni gibi yerlerden kovulmaya bir adım daha yaklaştıracak olan, içinde GNU/Linux veya özgür yazılıma dair hiçbirşey barındırmayan bir blog girdisiyle karşınızdayım.
Bugün ilk konu Orient Expressions ve Sabahat Akkiraz'ın birlikte çıkarttıkarı albümleri: Külliyat. Öncelikle bir açıklama yapayım. Her ne kadar müzik konusunda mümkün olduğunca geniş mezhepli davranmaya çalışıyor olsam da "elektronik müzik" gibi bazı türlere bir türlü ısınamadım. Belli bir seviyeye kadar dinlediğim müzikte elektronik tınılardan rahatsız olmuyor olsam da sınırımın "Rebel Moves" olduğunu söyleyeyim, gerisine siz karar verin. Herneyse, konuyu dağıtmayayım. Orient Expressions daha önceden dinlemediğim bir gruptu. Sadece İstanbul Hatırası adlı güzel filmde (ve tabii filmin müzik cd'sinde) bir parçalarını dinleme fırsatı bulmuştum. Her ne kadar parçalarına bayılmış olmasam da rahasız olmadan dinleyebildiğim türden, ortalama bir parça olduğuna karar vermiştim. Külliyat albümünü alırken de biraz İstanbul Hatırası'ndan gelen olumlu düşüncelerle albümün arkasında yazan "elektronik altyapı" gibi şeylere fazla takılmadan albümü aldım.
Ne yazık ki albüm benim için tam bir hayal kırıklığı oldu. Sabahat Akkiraz'ın daha önce Fransa'da bir caz festivalinde caz tınıları eşliğinde türkü söylediği "Konserler" albümü kıvamında birşeyler beklerken ne yazık ki albümün beklentilerimden çok uzakta olduğunu gördüm. Evet, elektronik müzikten çok hoşlanan bir insan değilim fakat bence albümü beğenmeme nedenim bu değildi. Albümde yapılan sadece Sabahat Akkiraz'ın söylediği türkülerin arkaplanına elektronik tınılar eklemekten ibaret gibi duruyordu. Neredeyse Sabahat Akkiraz'ın bu albüm için yeni kayıt yapmasına gerek kalmayacakmış. Rahatlıkla eski kayıtların üzerine elektronik yapılar eklenerek de aynı albüm yapılabilirmiş gibi bir havası vardı. Albümün bu gerçek anlamda pek bir yenilik içermeyen doğası beni albümden oldukça soğuttu ve albümün tamamını dinlemeye dayanamayarak üçüncü parçanın ardından CD'yi çıkartıp Bebo & Cigala'nın Lágrimas Negras albümünü taktım. Yine de birgün bu albümü tekrar (bu sefer sonuna kadar) dinleyip tekrar değerlendirmeyi planlıyorum.
Vakt'i zamanında denize karşı ayaklarımı terasın parmaklıklarına uzatıp sessizliğin keyfini Buena Vista Social Club dinleyerek çıkarttığım günden beri yaz aylarında latin damarım kabarır. Gerçi bu yıl o damar daha yaz gelmeden Klazz Brothers & Cuba Percussion sayesinde kabarmaya başlamıştı. Aslında Bebo & Cigala daha önce hiç dinlemediğim müzisyenlerdi. Albümü duyduktan sonra kendileri hakkında kısa bir araştırma yaparak sitelerini buldum. Sitelerinde albümdeki tüm şarkıları "streaming" olarak dinleyebiliyorsunuz. Tabii mimms marifetiyle şarkıları kaydetmeniz de mümkün. Açıkçası ben şarkılardan birini indirip dinledikten sonra koşa koşa giderek albümü aldım. Aslında albüm hakkında söylenecek pek fazla birşey yok. Mükemmel bir piyano, mükemmel bir vokal, mükemmel şarkılar. Latin müziği seviyorsanız (tabii Latin derken Jennifer Lopez veya Ricky Martin'i kastetmiyorum) kaçırılmaması gereken bir albüm.
Evet, gelelim filmimize. Filmimiz "Final Fantasy VII: Advent Children". Aslında Japon animasyonları pek hoşlandığım bir film biçimi değildir. Final Fantasy serisine de (oyun olanı) özel bir sempati beslediğim söylenemez. Peki o zaman neden Final Fantasy'yi seyretme ihtiyacı duydum. Aslında öyle bir ihtiyaç duymadım. Daha çok zorlandım. Buradan kendinden küçük kardeşi olan herkese sesleniyorum: Eğer kardeşinize bir film hediye etmek istiyorsanız sevdiğiniz bir film seçin, yoksa oturup filmi seyretmek zorunda kalabiliyorsunuz. Film herşeyden önce konu ve anlatım olarak hiçbirşey içermiyordu. DVD'de ekstra olarak sunulan "çıkan kısmın özeti" ise tamamen filme konu olan oyunun ara demolarının birleştirilmesiyle oluşmuştu. Son olarak filmi biraz olsun izlemenizi sağlayan aksiyon sahneleri de birşey anlamanıza izin vermeyecek kadar hızlı ilerliyordu. Kısacası bence bu filmi izlemeyin, paranıza, eğer parayı umursamayacak kadar zenginseniz, zamanınıza yazık. Tabii haklarını yememek lazım. Adamın Cüneyt Arkın'ı kıskandıracak bir hareketle koskoca motoru kılıçla ikiye bölmesi güzeldi.
Neyse, bir de gezegen ve galaksi'den kovulmamak için emniyet kemeri: Ubuntu 6.06 çıktı. Saygılarımla...
Sat, 27 May 2006
Az önce X-Men serisinin son filminden çıktım. Spoiler olmaması için de film hakkındaki yorumlarımı bir yerlere gizledim. Eğer filme gitmek istiyorsanız okumayın bence.
Fri, 26 May 2006
Hep böyle başlar...
- Abi MPEG var, DivX var... Kim ne yapsın ki WMV'yi?
- Yok abi MP3 varken OGG Vorbis varken bu WMA denen şeyi kim, neden kullansın ki?
Şimdi de Windows Media Photo diye bir icatla çıkıyorlar karşımıza. Çok değil, 4-5 yıl içinde WMP destekli fotoğraf makineleri ve yazıcılar, haliyle DRM korumalı WMP gibi dosya biçimleri göreceğimizden şüphe ediyorum. En kısa zamanda WMP'ye alternatif olabilecek, kaliteli, iyi sıkıştırma yapan bir resim dosyası formatı (lütfen PNG demeyin, 24bit fotoğraflarda kendisinin pek iyi sıkıştırdığını sanmıyorum) ortaya çıkıp özellikle Windows ile iyice entegre olmazsa dosya biçiminden bağımsız kalmış tek alanı da kaybedeceğimizden korkuyorum.
Tue, 23 May 2006
Sonunda kaç gündür yazmak isteyipte bir türlü vakit bulamadığım şenlik yazısını yazdım. Okumak isteyenleri şöyle alalım: Fazlamesai.net
Mon, 22 May 2006
Bugün öğlen birşeyler atıştırmaya çıktığım sırada nefis bir yemek mekanı buldum. Tunalı Hilmi'de, Aynalı Çarşı'nın karşısında, kaldırım seviyesinin biraz altında. Adı Tunalı Park. Bugün biftekli sandviç yiyip yanında karışık meyve suyu içtim. Kesinlikle hayatımda yediğim en iyi biftekli sandviç'ti. Ekmeğin arasında bol miktarda mantar ve erimiş kaşar vardı. Biftekte tam kıvamında pişmişti. Bu kadar nefis bir yemek, yanında bol bol garnitürle birlikte Tunalı ortalamasının altında bir fiyatla satılıyor. Bence yolunuz o taraflara düşerse kaçırmayın, bir uğrayın.
Not: Hayır, bu reklam kokan blog girdisini yazmak için oradan para almadığım gibi üzerine yemeği yemek için adamlara para verdim. Kendileriyle müşterileri olmak dışında bir ilişiğim yoktur.
Fri, 19 May 2006
Şenlik fotoğraflarının yüksek çözünürlüklü hallerini de sonunda arkadaşlarının yanına yükledim. Galeri'de orta boyunu gördükten sonra fotoğrafın üzerine tıklayarak indirebilirsiniz.
Mon, 15 May 2006
Şenlik fotoğrafları sanal ortamlarda yerini aldı. Henüz fırsat olmadığından yüksek çözünürlüklü hallerini yükleyemedim. Onlar da ilk fırsatta arkadaşlarına katılacaklar.
Sun, 14 May 2006
Evet, memur zihniyetli DHCP sunucusu sebebiyle bir kere daha tam olarak canlı yayın yapamadığım güzel şenlik bitti. Şenliğin geneli hakkında bir değerlendirmeden önce girdiğim son iki sunum ile kapanış töreninden biraz bahsedeyim.
Öğlen arasından sonra Murat Üstüntaş'ın PF sunumuna girdim. Sunum genel olarak ağır bir tempoda ilerledi. Özellikle CIDR notasyonu gibi bazı konuların da anlatılması sebebiyle biraz ek uzamalar oluştu. Bunların toplanıp biraraya gelmesi sonucunda ise ne yazık ki sunum, sunuma ayrılan süreye sığmadı. Haliyle sunumun en keyifli konularından biri olan bant genişliği biçimlendirme gibi şeylerin üzerinde fazla durulamadı. Sürenin yetmemesine rağmen son derece dolu dolu ve PF'in tüm yeteneklerini gösteren bir sunumdu. Bir zamanlar yazdığım pf.conf dosyasının neden çalışmadığını da arada anlamış oldum... (kural sıralamasındanmış)
PF sunumundan sonra ODTÜ'nün çimlerine biraz yayılıp dinlendim ve herkese açık kablosuz ağ sahibi olan biri olarak Huzeyfe Önal'ın "Kablosuz Ağlar ve Güvenlik" sunumunun yolunu tuttum.
Huzeyfe Önal'ın sunumu doğrudan doğruya Enderunix birikimi ve kalitesini yansıtıyordu. Sunumu temposu bir dakika dahi düşmeden, alabildiğine güncel örnekler üzerinden giderek tamamladı. Ne yazık ki sunumun asıl keyifli kısmı olan açık bir kablosuz ağı dinleme ve örnek bir saldırı girişimi gerçekleştirilemedi. Bİr saatlik bir sunum için son derece detaylı ve bilgilendiriciydi.
Son sunumun ardından biraz ara verildikten sonra kapanış törenine geçildi. Kapanış töreni her yıl olduğu gibi eğlenceliydi. Ali Erdinç Köroğlu'nun her yıl olduğu gibi ödül zengini olduğu törende eğlence dozu geçen yıllara oranla daha yüksek gibiydi. Kapanış töreninde dikkat çeken bir durum ise "Alternatif Yılın Pengueni Ödülleri"nin verilmemesiydi. Bunun sebebinin ligin son maçlarının yaklaşıyor olması mı, yoksa geçen yılki ödüller üzerine yapılan tartışmalar mı olduğunu ise hiç bir zaman bilemeyeceğiz.
Yılın pengueni ödüllerinde bu yıl Necdet Yücel ve Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi tam anlamıyla parladı! Ödüllerin büyük bir kısmı ÇOMU bağlantılı insanlara verildi. Her ne kadar uzun yıllardan beri dağıtım CD'leri indirmek için daima tercih ettiğim yansı olan com.edu.tr FTP sunucusunu çalıştırmaları gibi hizmetlerle takdirimi topladılarsa da özellikle son yıllarda bunun üzerine dahada aktif hale gelen ve "üreten" kullanıcı kitlesiyle Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi'nin bu ödüllerin tamamını fazlasıyla hak ettiğini düşünüyor ve kendilerini tebrik ediyorum.
Böylece 5. Linux ve Özgür Yazılım Şenliği'nden yaptığım yarı-canlı yayının sonuna geliyoruz. Gelecek yıllarda daha güzel şenliklerde görüşmek üzere!
Not: Canlı yayının ardından daha derli toplu bir özeti de en kısa zamanda fazlamesai.net'te yayınlamaya çalışacağım ki gelmeyenler iyice bir çatlasın.
Biraz gecikmeli de olsa Çağıl Uluşahin'in LaTeX sunumuna yetişebildim. Şenliğin en sevdiğim yanı iyi bildiğimi düşündüğüm konularda bile daha öğrenecek çok şeyim olduğunu bana hatırlatması. Bunun bir örneğini RegEx sunumunda görmüştüm. Dİğer bir örneğini ise bu sunumda ltoh programını keşfederek gördüm. Bugüne kadar LaTeX'ten HTML üretmek için tth ve HeVeA kullanmıştım fakat ltoh'in ürettiği çıktı görebildiğim kadarıyla ikisinden de daha başarılı.
Sabah sunumları sadece benim gibi sunumu izlemeye çalışanlar için değil sunumu yapanlar için de sorun oluyor. Bu sabah Çağıl Uluşahin'in örnek olarak hazırladığı LaTeX belgelerini derlerken yaşadığı uykulu kafa problemiydi...
Bu yıl geçti fakat gelecek yıl şu sabah uyanma konusu üzerinde biraz daha uğraşmam lazım.
Sat, 13 May 2006
Az önce Eray Özkural'ın Beowulf sunumundan çıktım. Geçen yıl Bülent Özel'den dinlediğim Beowulf sunumunun aksine bu sunumda bağlantı biçimleri gibi şeylerden çok kullanılan yazılımlar ve konfigürasyon örnekleri üzerinden gidildi. Özellikle Bilkent Üniversitesi'nin 48 makinalık skynet kümesine bağlanıp gerçek, çalışan bir kümenin nasıl olduğunu görmek iyiydi.
Her sabah sunumu gibi bu sunuma da geç girebildim. Bunda tembelliğimin payını inkar etmem mümkün değilse de asıl öğrendiğim şey bilmediğim yerlerde toplu taşım kullanırken daha dikkatli olmam gerektiğiydi. Tabii bunu öğrenmek için kendimi ODTÜ'nün tanımadığım bir bölgesinde bulmam ve sunumun ilk yarım saatini kaçırmam gerekti.
Bu satırları ise Xynth sunumundan yazıyorum, projeksiyonda ise LBreakout var... Neler kaçırdığınızı düşünün...
Peki bu yazıyı neden blog'a 23:00 sularında giriyorum? Çünkü anladığım kadarıyla ODTÜ'nün DHCP sunucuları memur zihniyetiyle çalışıyor. Haliyle hafta içi 17:30 dan sonra, hafta sonu ise günün herhangi bir saatinde DHCP'den IP almak mümkün olmuyor. Yani, en azından bugün mümkün olmadı. Neyse, ODTÜ'nün beni dava etmesine sebep olacak şeyler yazmadan önce sunumlara geçeyim...
Xynth sunumu son derece eğlenceliydi. Her ne kadar Xynth geliştiricileri klasik anlamda bildiğimiz tarzda sunum hazırlamışlarsa da izleyicilerin de oylarıyla sunumu belli slaytlar üzerinden yapmak yerine uygulamalı olarak gerçekleştirmeye karar verdiler. Şenlikteki diğer sunumlara oranla biraz daha kısa bir sunum gerçekleşmiş olsa da Alper Akcan'ın açtığı 90küsür pencereden sonra Xynth'in saçmalamaması etkileyiciydi. Sunumun ardından ise PSP ve GP2X üzerinde çalışan Xynth'leri kurcalama, onlarla oynama şansımız oldu. Bu arada Xynth ile ilgili diğer bir ilginç nokta da ülkemizde pek ilgi çekmeyen bu yazlımı yurt dışındaki birçok gömülü cihaz üreticisinin ürettikleri aletlerde Xynth kullanmak için sıraya girmiş olması
Öğlen arasından sonraki sunum tüm şenlik boyunca en çok beklediğim sunumdu. Chris Stephenson yine bu yıl da sunumuna ilginç bir başlık bulmuştu: "Lambda Calculus ile programlama". Bu yılki sunum geçen yılki sunumunun biraz daha temellere inmiş haliydi. Geçen yıl sadece temel aritmetik işlemleri ve if yapısını kullanarak Guissepe adlı br programlama dili ortaya çıkartan Stephenson bu yıl işi daha da ileri götürmüştü. Bu sefer ne sayıları, ne de aritmetik operatörleri olmayan bir programlama ortamında tüm bu işlemleri lambda calculus kullanarak gerçekleştirdi. Bize de ağzımız açık bir şekilde sunumu izlemek düştü...
Günün son sunumu ise Vehbi Sinan Tunalıoğlu ve Herald Schmidtbauer (umarım adını doğru yazmışımdır) tarafından yapılan "R Project ile uygulamalı istatistik" sunumuydu. Sunumun tek sorunu bu sunum için ayrılan bir saatlik sürenin fazlasıyla yetersiz olmasıydı. Sunum ancak LKD üyelerinin salonu basması ile sona erdi. İnsanın bir konuyu çok sevip, iyi bilip üzerine anlatacak birçok şeyi olmasının böyle zararları da var işte.
Yarın şenliğin son günü. Bakalım ne maceralar bizi bekliyor...
Fri, 12 May 2006
İki gün oldu ve hala ayaktayım! Son sunum olan Kerberos'a neyseki dertsiz, tasasız bir şekilde katılabildim. Kerberos uzun zamandır öğrenmeyi planlayıp, realm ve ticket gibi kelimeleri görünce korup vazgeçtiğim bir konuydu. Necdet Yücel sağolsun Kerberos'u son derece sade, tane tane ve güzel bir TÜrkçe kullanarak anlattı, ben de anlayabildim. Sunumun ardından ibraz boş vakitte kalması üzerine kendisinden biraz askerlik anısı dinleme şansımız da oldu.
İkinci günün sonunda en çok üzüldüğüm şey Pardus sunumlarını kaçırmam oldu. Ne yazık ki diğer salonlardaki sunumları takip etmekten Pardus sunumuna vakit ayıramadım. Neyse, belki ODTÜ TV kayıtları yayınlar da izleyebilirim. Yarın Cumartesi, yani şenliğin asıl canlanma günü. Bakalım neler olacak...
Not: Yarın A salonunu işgal edeceğim.
Az önce ofisten gelen bir telefon üzerine Yavuz Selim Kömür'ün "Bir Linux Router Hikayesi" sunumunu soru cevap bölümünün sonunu beklemeden terk etmem gerekti. Gerçi sunumun dinlediğim kısmında duyduğum sayılar da beni etkilemeye yetti. Özellikle Cisco'nun ATM makinaları için konuşulan fiyatlar kulağımı acıttı diyebilirim. Bu konular benim gibi 10USD'lik ethernet kartlarının dünyasında yaşayanlar için çok ağır doğrusu. Büyük sayıların yol açtığı algı problemleri haricinde oldukça güzel bir sunumdu. Özellikle farklı tiplerde donanımları kendisi inşa etmek isteyenler için güzel bilgiler içeriyordu.
Bundan sonra umarım bir terslik çıkmaz da Necdet Yücel'in Kerberos sunumunu izleyebilirim.
Buradan LKD yetkililerine sesleniyorum. Bırakın şenlik yapmayı falan! Dernek bütçesinin öncelikli olarak ucuza insan klonlama tekniklerinin geliştirilmesine aktarılmasını teklif ediyorum! Aynı anda "Kriptolu dosya sistemi", "ÇOMAR", "Postfix", "Aikido" ve "Kadınlar ve Linux" sunumu olmaz ki! Çağlar Ülküderner bir önceki sunumda "Her tercih bir vazgeçiştir" derken bunu kastediyormuş demekki.
Ben de pişman olmayacağım bir tercih yaptığımı düşünerek Kadınlar ve GNU/Linux sunumuna girmeye karar verdim. İlk başta sunum içeriğinin biraz zayıf olduğunu düşünmedim değil. Özellikle konuların hızlı geçmesi ve slaytlarda yazanların pek ötesine geçmemesi biraz umudumu kırdı. Ancak özellikle sunum bittikten sonra yaşanan tartışma son derece zevkli geçti ve Pınar Yanardağ'da konuya hakim olduğunu daha iyi bir şekilde gösterme fırsatı yakaladı.
"Kadınlar ve GNU/Linux"un hemen ardından Oğuz Yarımtepe'nin Aikido ve GNU/Linux benzerliğini işleyen sunumu başladı (ve hala devam ediyor). Öncelikle Oğuz Yarımtepe'nin giydiği ve adını hatırlayamadığım kıyafet sayesinde bu sunum şimdiden en iyi kostüm oskarını haketti. Peki kostüm dışında ne vardı bu sunumda? Ai, Ki ve Do ile GNU/Linux arasındaki bağlantı son derece iyi bir şekilde kurulmuş. Özellikle uzakdoğu felsefesine meraklıysanız ve kaçırdıysanız, çok şey kaçırdınız demektir!
Not: Sanıyorum Serdar Köylü'nün Pazar sabahı sunumu iptal olmuş, onun yerine Kadınlar ve GNU/Linux konusunun derinlemesine tartışılması planlanıyor. Kaçırmayın.
Az önce "Bilişimci olmayan penguenler Linux'u nasıl görüyor?" penelinden çıktım. Diğer sunumlardan farklı olarak bu paneli izlemeye üniversiteye hazırlanan bir grup öğrenci de katılmıştı. Öğrencilerin de bulunması tabiiki panelin içeriğinde bir miktar kaymaya sebep oldu. Konuşmalarda daha çok "GNU/Linux ve özgür yazılım nedir, neden önemlidir?" havası hakim oldu.
Panel, katılan penguenler için güzel, doyurucu bir içeriğe sahip olsa da konudan tamamen habersiz bir grup lise öğrencisi için biraz anlaşılmaz, hatta sıkıcı kaçmış olabilir. Çünkü her ne kadar gerek Ethem Derman, gerekse Çağlar Ülküderner son derece canlı ve eğlenceli bir şekilde konuşmuş olsalar da bahsettikleri konuların o yaştaki gençlerin dikkatlerini ne kadar çekeceği konusunda şüphelerim var. Yine de özellikle Ali Işıngör'ün basın, grafik, modelleme gibi alanlarda özgür yazılımların kullanımı hakkında, son derece gerçekçi bir bakış açısıyla, bahsettiği konuların gelen öğrenciler üzerinde olumlu bir etkiye yol açtığını düşünüyorum.
Tonguç Yumruk şenlik alanından bildirmeye devam ediyor. Az önce Bora Güngören ve Volkan Erol'un "Güvenilir İşletim Sistemi Mimarileri" sunumundan çıktım. Doğruyu söylemem gerekirse RMS'in "Treacherous computing" olarak adlandırdığı bu kavramın her geçen gün özgür yazılım etkinliklerinde daha çok görünür hale gelmesi beni korkutuyor. Evet, belki RMS paranoyak bir komplo teorisyenidir, fakat içine bakmaya kalktığım zaman kendini yok edecek olan bir yongaya güvenmek bana en az "Kapalı kodlu yazılım, kodları ortada olmadığı için daha güvenlidir" savunması kadar anlamsız geliyor.
Neyse, TC pek sağlam tahta gibi görünmese de en azından açık bir şekilde, uluslararası katılımla geliştirilen bir OpenTC projesinin varlığı olaydaki "Ya NSA dosyalarımı koklarsa" paranoyasının önüne biraz geçebilir. Hiç değilse dosyalarımı koklayan sadece NSA olmayacak...
Günün anlam ve önemine ithafen, tüm özgürlük düşkünleri için RMS'ten gelsin: Can You Trust Your Computer?
Thu, 11 May 2006
Evet, günün sonunda yeniden evimdeyim. Son sunum olan KDE4'ten çıktım ve hala KDE'ye karşı en ufak bir sempati beslemeye başlayamadım.
Günün son sunumu olarak KDE4'ü seçmemin tek sebebi KDE ile yıldızımın barışması umudu değildi tabiiki. Bir diğer sebebi de ikisi de Pardus ve KDE geliştiricisi olan Barış Metin ve İsmail Dönmez tarafından yapılıyor olmasıydı. Pardus geliştiricileriyle ilgili kafamda sabitleşmiş bir imaj var: "Pardus geliştiricisi neşeli olur!" Barış Metin ve İsmail Dönmez'de bu kuralın istisnası değillerdi. Sunum neredeyse iki kişilik bir komedi gösterisi kıvamında son derece eğlenceliydi. Bu arada sunumdaki slaytların da eskiye oranla daha profesyonelce hazırlandığı da gözümden kaçmadı. Ne yazık ki bu eğlenceli sunum da benim KDE ile yıldızımı barıştırmaya yetmedi.
Sanıyorum sorun "Phonon"dan bahsedilirken farkettiğim, KDE tayfasının genelde "Bizim API'miz en güzeli, diğer kütüphaneleri ya kullanmayalım, ya da oturup bunlara kendi API standartlarımıza uygun wrapperlar yazalım." şeklinde düşünmeleri. Doğrusu o projelerin içine dahil olup ortak bir çalışma ile uzlaşmaya varmak yerine böyle bir çabaya girişmenin yanlış olduğunu düşünüyorum. Neyse, en azından D-Bus ve HAL kullanmaya karar vermişler. Darısı Cairo'nun başına.
Sabah açılı konuşmasını kaçırıp bir de üstüne günün ortasında ofise çağrılıp S. Çağlar Onur'un sunumunu kaçırınca bugün benim için bir bakıma yarım şenlik günü gibi oldu. İnşallah yarın sabahtan başlayarak kesintisiz bir şekilde planladığım tüm sunumlara gireceğim. Şimdi, yarına hazırlanmak için dinlenme vakti...
Not: Cor3 grubunun CL sunumundan sonraki Emacs & SLIME oturumunu kaçırdığım için üzülüyordum fakat anlaşılan beklendiği kadar detaylı birşey olamamış. Yani çok şey kaçırmamışım. Bilgi ekibi de geldiği zaman zorla bir salon zaptedip insanların çenelerinin düşmesine sebep olacak SLIME atraksiyonları göstermeyi teklif ediyorum.
Not2: Cor3 sunumuna ilişkin bir detayı vermeyi unutmuşum. Sunum bir Common Lisp sunumu için sıradışı derecede kalabalıktı. Hatta neredeyse oturacak yer yoktu. Galiba gerçekten birşeyler değişmeye başlıyor. ECLM, ECLM duy sesimizi...
Az önce Sezai Yılmaz'ın RegEx sunumundan çıktım, şimdi de hiç yıldızımın barışmadığı KDE ile barıabilmek umuduyla KDE4 sunumuna gidiyorum.
RegEx sunumu içerik olarak başarılı olsa ve günlük hayattan güzel örnekler içerse de biraz donuk ve okul dersi havasındaydı. Yine de en azından sed ile ilgili bilmediğim birşeyi öğrenme fırsatı yakaladım.
tonguc@terra:~$ sed s@linux@gnu/linux@g < EULA.txt
Evet böyle de oluyormuş!
Gelir gelmez ilk iş Cor3 ekibinin Common Lisp sunumunda yerimi aldım. Cor3 ekibi sunumda önce daha önce başta Java olmak üzere diğer uygulama geliştirme platformları üzerinde yaşadıkları sorunlardan bahsettikten sonra Common Lisp'in bu sorunlara getirdiği çözümlerden bahsetti. Son olarakta geliştirdikleri CL tabanlı uygulamaları kısaca açıkladılar. Sunum bittikten sonra ise öğlen arasını diğer meraklı insanlarla birlikte bir Emacs/SLIME tanıtımına ayırdılar.
Bu arada sağolsun şarjlı pillerim beni yarı yolda bıraktı ve şu anda fotoğraf çekemiyorum. İlk gün biraz fotoğrafsız olacak artık.
Not: ODTÜ'de Kablosuz internetten faydalanabilmek için MAC adresinizi kaydettirmeniz gerekiyor, gelecek olanların aklında bulunsun.
Son dakikada çıkan aksilikler sebebiyle açılış törenini kaçırmış olsam da birazdan evimden çıkıp şenlik alanına doğru yola koyuluyorum. Bu yıl ieee802.11g ve ipw2200'ün sponsorluğunda Şenlik alanından gerçek zamanlı olarak blog tutmayı denemeyi planlıyorum, bakalım nasıl olacak...
Sun, 30 Apr 2006
Rashit'i ilk albümlerinden beri takip ederim. Şimdiye kadar çıkardıkları albümler her seferinde o sırada kullandığım müzik çalma aygıtında (walkman, mp3 player vs...) uzun süre yer etmiştir. İlk albümleri gerçekten kaliteli, "yerli malı yurdun malı" punk müziğin en başarılı örneklerindendi. Özellikle "Çok mu zor?" şarkısındaki darbuka vs... gibi enstürmanların son derece başarılı kullanımı etkileyiciydi. Bir "ilk albüm" için son derece başarılı bir albümdü.
Uzunca bir aradan sonra ikinci albüm "Adam Olmak İstemiyorum!" geldi. Bu albüm çok daha sert ve doğrudan hedefe yönelik bir anlamda "zehir gibi" şarkı sözleri içeriyordu. Bütün sert şarkı sözlerine karşılık albümün müzikleri, punk doğasına uygun olarak, son derece eğlenceliydi. Üstelik bu albümde darbukanın yanına saksafon gibi daha farklı enstürmanlar da katılmıştı. Bilmiyorum acaba kaç punk grubu vardır ki "Kuş sesleri ovalara yayılır" gibi bir şarkıyı alıp, punk yorumu yapıp üzerine de bu kadar başarılı sözler yazsın. Bu neşeli müzikler ve sert sözlerin yarattığı kontrastın mükemmelliğinden olsa gerek, albüm hemen "klasikler" rafımda bir yer elde etti.
Ve günümüze geliyoruz...
Herşey hürriyetim.com'un adını hatırlamadığım bir bölümünde Rashit röpörtajını okumamla başladı. Röpörtajda yeni albümlerinin çıktığından, albümün Sony etiketiyle çıktığından, ilk defa bir prodüktörle çalıştıkalrından bahsediliyordu. Kafamda alarm zilleri çalmaya başlamıştı. Galiba Rashit'i de kaybediyorduk... Birkaç saat sonra evimin yakınındaki bir alışveriş merkezinden albümü almıştım fakat hay, huy derken dinlemek bugüne nasip oldu.
Şimdi "Abi Rashit'te davayı sattı, yumuşadı" muhabbeti yapacağımı düşünüyorsanız yanılıyorsunuz. Bu tarz bir muhabbet ihtiyacı içindeyseniz sizi Güven Erkin Erkal'ın tarafına alalım.
Albüm benim için büyük bir hayal kırıklığı oldu. Hayır, sorun sözlerin eski zehir gibi halini yitirmesi değildi. Hatta sözlerde biraz yumuşamanın müziği daha dinlenebilir kılacağını düşünüyordum. Beni asıl üzen Rashit'in bir anlamda imzası olan o hareketli, kıpır kıpır ve çok sesli müziği terketmiş olmasıydı. Sözler yumuşamıştı, buna şüphe yok... Artık şarkılarında "Onlar adi birer hırsızlar, çünkü zengin oldular" yerine "Basit bir bahçıvanım ve hüzün ekiyorum bahçeme" gibi sözler geçiyor. Öte yandan bu yumuşacık sözlere arka planda bir saksafon veya oynak bir gitar değil gitarla tutulan son derece sıradan bir ritm eşlik ediyor o kadar.
İnsanların popüler, para kazanmaya yönelik albüm yapmalarına karşı değilim, fakat umarım Rashit istediği kadar parayı kazandıktan sonra tekrar o canlı, hareketli ve "farklı" müziğini yapmaya devam eder. Ben o zamana kadar bu sözleri tekrar edeceğim (Kuş sesleri ovalara yayılır melodisiyle söylenecek):
Kalp hastası
Çalışkan bir arıdır
Kalp hastası
Çalışmak zararlıdır
Aman bekle bankada, kuyrukta
Yürüme bin git arabanla
Çok acelen var senin aslında
Çalış, çabala kazan daha çok para
Not: Yazmaya başlarken Adam Olmak İstemiyorum albümü çalıyordu, Kısır Döngü ile başladık, Nakavt ile bitiriyoruz.
Sat, 29 Apr 2006
21. yüzyılda ben artık regexlerin içinde [A-Za-z0-9] görmek istemiyorum. Lütfen [[:alnum:]] kullanalım, kullandıralım. Buyrun bir de metinlerin içinden e-posta adresi ayıklama regexi:
[[:alnum:].-_]*@[[:alnum:]_-]*\.[[:alnum:]._-]*
Bu ara neden mi blog'a itina göstermiyorum? Sabah 10:00, akşam 12:00 çalışıyorum da o yüzden.
Mon, 10 Apr 2006
Sunucu: irc.eu.freenode.net, kanal: #fazlamesai, 10 Nisan 2006, 18:39 suları...
<conan^> ziplarken resimlerim meshurdur
Sanıyorum bir daha fotoğraf çekmeyeceğim... En azından levitasyon yeteneği kazanana kadar.
Thu, 06 Apr 2006
Son birkaç gündür e-posta trafiğimde ciddi bir azalma vardı. Önceleri sebebini anlayamasamda bir süre sonra kıllanıp procmail'e log tutturmaya başladım. Loglara bakınca anladım ki procmail ~/Mail dizinimin içindeki hiçbir dosyayı kilitleyemiyor, haliyle e-postaları yazamıyordu. Önce sorunu arayıp bulup ortadan kaldırmayı (bkz: search and destroy mode) düşündüysem de, bunun uzun zamandır denemeyi düşündüğüm e-postalarımı mbox biçiminden Maildir biçimine çevirme planım için bir fırsat olarak gördüm ve denemeye giriştim.
Bundan iki yıl önce ofiste UW-IMAP'ten Courier'e geçtiğimizde bol miktarda irikıyım mbox dosyasını Maildir'a çevirdiğim için bu işte tecrübeli sayılırım. Hemen eski dost mb2md'ye başvurdum. O da sağolsun beni kırmayıp tüm posta kutumu alt dizinleriyle birlikte maildir biçimine çeviriverdi.
Açıkçası mbox biçimi her ne kadar yerelde posta okumak için pratik bir biçim olsa da IMAP üzerinden erişim sözkonusu olduğunda Maildir'ın ciddi bir performans artışı getirdiğini gözlerimle görmüş oldum. Özellikle benim gibi bir ton e-posta listesine üyeyseniz ve bu listelerin bazılarında onbinlerce mesaj varsa Maildir çok ciddi bir performans artışı sağlıyor.
(setf *ukala-blogcu-mode* T)
Yani artık gönderdiğiniz e-postaları daha hızlı silebileceğim...
(setf *ukala-blogcu-mode* nil)
Peki madem ofiste daha önce kullanmıştım, neden iki yıl bekledim? Çünkü ofiste Courier kullanıyorduk ve Courier'den pek hoşlanmadığım için Maildir'a da pek yanaşmıyordum... Tabii
Dovecot'un Maildir ile bu şekilde uçuşa geçtiğini görünce fikrim değişti.
Not: Eğer posta kutularım bir daha böyle bir sorun çıkartırsa bu sefer aradan Cyrus IMAP'i atlayıp mesajları doğrudan PostgreSQL'e kaydeden bir mail sistemi kuracağım kendime. Delirtmeyin beni...
Not2: Dovecot'un mükemmel bir IMAP/POP3 sunucusu olduğunu, güvenliği temel ilke aldığını, MySQL, PostgreSQL ve LDAP ile çalışabildiğini, nefis bir SSL/TLS desteği olduğunu söylemiş miydim?
Sat, 01 Apr 2006
Conan başta olmak üzere bir çok insanın sürekli öVmesi üzerine geldiği gün, feci şekilde gaza gelerek V for Vendetta'ya gittim. Saat 21.15'te filme girdim, 23:45'te çıktım. Arada geçen 2.5 saatlik süreyi ise kısaca şöyle tanımlayabilirim: Muhteşemdi! Şu anda filmi izlemeyenleri düşünerek film hakkında en ufak bir ipucu Vermek istemiyorum. Tek söyleyebileceğim, benim gibi kırk yılda bir sinemaya giden, "çok güzel" seViyesinin altındaki filmler için harcadığı zamanı "boşa harcanmış" olarak gören biri olsanız dahi bir dakika daha düşünmeden mutlaka bu filme gidin. Harcadığınız her dakikaya değeceğinden emin olabilirsiniz.
Normalde blog girdilerimin içerisine resim koymak huyum değildir fakat bu sefer bir istisna yapacağım:
Tue, 28 Mar 2006
Dün akşam yatağıma girmeden önce işte bunu düşünüyordum. Bu ülkede gerçekten güzel işler yapan, tıkır tıkır çalışan kurumlar da var. TEDAŞ'ta kesinlikle bu kurumlardan biri. Her ne kadar daha önce arkadaş ortamlarında kendileri hakkında cahilce birçok kötü söz söylediysem de dün akşam yaşadığım aydınlanma ile yanıldığımı anladım.
Peki dün akşam ne oldu? Ben nasıl böyle bir anda aydınlandım? Öncelikle belirteyim, bu aydınlanma "bir anda" olmadı. Son birkaç haftadır yaşadığım sürekli elektrik kesintileri arasındaki o ince bağlantının ortaya çıkması dün akşama denk geldi o kadar. Neyse, daha fazla lafı gevelemeden devam edeyim. 28 Mart 2006, saat 01:00 sularında elektriğim kesildi. Önce bu duruma klasik tepkilerimi verdiysem de bir anda aklımda beliren düşünce, bu güne dek ne kadar yanıldığımı farketmemi sağladı.
Efendim, herşeyden önce şunun farkına vardım. TEDAŞ'ın işi elektrik dağıtımı olabilir, ancak üstlendiği görevler elektrik dağıtımının çok, çok ötesine geçiyor. Örneğin TEDAŞ, halkın ekonomik durumuna ilişkin gerçeklerden fazlasıyla haberdar. Bu nedenle belli aralıklarla bazı bölgelerdeki elektriği kesiyorlar ki gereksiz yanan lambalarını vs... kapatmayı unutan insanlar varsa boşuna elektrik harcayıp ağır faturaların altında ezilmesinler.
Peki sizce kendileri sadece ekonomik refaha katkıda bulunmakla mı yetiniyor? Tabii ki hayır! TEDAŞ'ın görevleri sadece ekonomi ile kısıtlı değil, aile içi huzuru sağlamak gibi sosyal sorumlulukları da var. Ne gibi sosyal sorumluluklar? Bu tip sosyal sorumlulukların en yakında gördüğüm örneği dün gece yaşadığım elektrik kesintisi. Gecenin bir saatinde gelen elektrik kesintisi ne gibi bir sosyal sorumluluk belirtisi olabilir? Hemen anlatayım. Toplumun sağlığı ve düzeni, en temel birimi olan ailenin düzenine dayanır. Aile düzeninin sağlıklı bir şekilde işleyebilmesi ise aile bireylerinin gerek fiziksel, gerek psikolojik, gerekse sosyal yönden sağlıklı bireyler olmasına bağlıdır. Internet denen şeytan icadı, aile bireylerinin uyku dengesini bozarak Türk aile yapısına derin zararlar vermeyi hedefler. TEDAŞ bu noktada ülkesini, milletini seven her kurumun yapması gerekeni yapmaktadır. Internet bağlantısı denen şeyin temelinde elektrik yatar. İşte bu güzide kurumumuz geceleri belli bir saatten sonra internet aktivitesinin arttığı bölgelerde elektrik kesintisi uygulayarak ailelerin iç huzurunu korumasına yardımcı olmaktadır.
TEDAŞ'ın ülkemize katkıları daha saymakla bitmez fakat bu vakit darlığıda bu güzel kurumun ülkemize katkılarından daha fazla bahsedemeyeceğim. Bu konuda daha sonra birşeyler yazmaya devam etmeye çalışacağım. Eğer yazmazsam da, onların bana yazmamı hatırlatacakları konusunda en ufak bir şüphem yok.
Not: Ars Technica'yı takip ediyor musunuz? Etmiyorsanız çok şey kaçırıyorsunuz. Özellikle gezegenin öbür ucundaki bazı firmaların DRM konularında nasıl aşırı yöntemlere başvurmaya çalıştığını görerek şok olmak için çok iyi bir kaynak.
Sun, 26 Mar 2006
Son günlerde durup durup Klazz Brothers ve Cuba Percussion dinliyorum. Bu arkadaşlar, durmamış, dinlenmemiş ve ünlü klasik müzik parçalarını ve caz standartlarını almış Küba ritmleriyle birleştirerek güzelce yorumlamışlar. Bilen bilir, oldum olası perküsyon & piyano uyumuna hayran olmuşumdur. Bu nedenle bu iki albüm beni tam anlamıyla mest etti doğruyu söylemek gerekirse. Başarılı müzisyenler, başarılı yorumlar, Küba, piyano... Bir uçak bileti mi alsam ki?
Peki hiç mi kötü yanı yoktu? Olmaz olur mu. Sanıyorum CD'lerin Türkiye'de satılanı Alman baskısı olduğundan içinde Flight Of The Bumblebee ve benzeri birkaç muhteşem yorum daha eksikti. Ve tabiiki iç kapakta yazan herşey Almanca olduuğndan hiçbirşey anlayamadım.
Not: Doom''un filmini izlemeyin. Doğruyu söylemek gerekirse "Bakalım Doom'un filmi nasıl olmuş?" şeklindeki merakımı tatmin etmekten başka hiç bir işe yaramayan bir film.
Mon, 20 Mar 2006
#fazlamesai: Gece saat 1'de Common Lisp ve C ile karşılaştırmalı Continuations tartışabileceğiniz tek IRC kanalı.
Not: Kabul ediyorum, son zamanlarda fazla #fazlamesai reklamı yapıyorum fakat ne yapayım. Hem gerçekten anlattığm kadar eğlenceli, hem de Neil Gaiman sağolsun hayatım durmuş durumda.
Tue, 14 Mar 2006
Ailenizin IRC kanalı #fazlamesai'de Can Burak Çilingir'in LaTeX-beamer sunumu 22:45'te başlıyor
Güncelleme: Sunum çok güzel devam ediyor. Eğer izlemek isterseniz hala çok geç değil... Eğlenceli konular daha yeni başlıyor
Sat, 11 Mar 2006
#fazlamesai'de gecenin birbuçuğunda lvm ve raid konuşulduğunu, XFS'in ReiserFS'le karşılaştırıldığını biliyor muydunuz? Ben biliyorum. Daha ayık saatlerde dönen muhabbeti siz düşünün... Veya düşünmeyin. Gelin, gözlerinizle görün.
FZ blog ve gezegen/galaksi ve diğer astronomik cisimlerin sonucunda blogların girdiği değişikliklerden bahsetmiş ve inceden Usenet'e benzetmiş. Kendisine bir doz UserFriendly veriyoruz.
Mon, 06 Mar 2006
Birkaç gün önce MEB Şura Salonu'nda Erkan Oğur ve İsmail H. Demircioğlunu dinleme fırsatı buldum. Erkan Oğur konseri kendisinin Yoda soyundan geldiğine inanmama sebep olan şu sözerle açtı:
Müzik konuşulmaz. Yapılır ya da yapılmaz...
Konserde benim için en büyük hayal kırıklığı ise Erkan Oğur'un pek konuşamayan bir insan olmasına rağmen o gün gevezeliğinin üzerinde olmasıydı. Ne yazık ki çok iyi bir müzisyen olmak sizi çok iyi bir konuşmacı yapmıyor.
İşin magazin kısmını geçersek, konser nasıldı? Açıkçası konser benim Erkan Oğur'dan beklediğim enerjiyi içermiyordu. Konserin ilk yarısı boyunca üst üste 6-7 tane ağıt çalınması da bu yorgunluk hissini artırdı. Neyseki konserin ikinci yarısı birinci yarısına oranla biraz daha canlı parçalar içeriyordu. Özellikle artık konserlerinde daha poitik ağırlıklı hareket eden Erkan Oğur'un "Ey Zahit Şaraba Eyle İhtiram" ve "Eşeği Saldım Çayıra" gibi türküleri "hükümetlere" ithaf etmesi oldukça eğlenceliydi. Tabiiki Erkan Oğur ve İsmail H. Demircioğlu'nun çaldıkları her parçada virtüöz olduklarını kanıtlamaları gibi bazı detaylar da vardı... Konserin sonunda ise o dakikaya kadar ölgün ve ruhsuz bir şekilde konseri izleyip hiç bir katılım göstermeyen izleyici (ben de bu gruba dail olduğumu itiraf edeyim) ancak sanatçılar bis yapınca biraz olsun söylenenlere katıldı.
Not: #fazlamesai, blogların gücünü ispatlarcasına eski günlerini yeniden yaşıyor. Yoksa siz hala katılmadınız mı? Biz çok eğleniyoruz...
Not2: Recai Hocam'a göz kırparak bundan sonra Lexical Closure yerine Lafzî Muhasara karşılığının kullanılmasını oylamaya açıyorum.
Sat, 04 Mar 2006
Saat gecenin ikibuçuğu ve biz burada çok güzel zaman geçiriyoruz. Ya siz?
Wed, 01 Mar 2006
Az önce, belli aralıklarla rotate ettiğim (çevirmek bunu karşılamıyor, karşılığı ne olabilir?) awstats çıktılarına otomatik indeks oluşturacak bir python betiği yazarken hayatımın en okunaksız, en anlaşılmaz kodunu yazdığımı farkettim. Utanarak söylüyorum, iç içe iki for döngüsü ve bunların içinde bir de list comprehension içeriyordu. Sanıyorum kodu sıfırlayıp (zaten toplamda 20 satır birşey) daha elegant, Lisp tarzı bir şekilde yeniden yazsam iyi olacak.
Bu arada yeni bir kampanya başlatıyorum. Zamanında en teknik tartışmaların döndüğü, en harlı geyiklerin yapıldığı, en ilginç fikirlerin çıktığı, ve bu hack'in ortaya çıkmasına vesile olan #fazlamesai'yi geri istiyorum! Bundan böyle fırsat bulduğum her akşam mutlaka (riece'in de yardımıyla) orada olacağım. Eski müdavimleri yeniden ortamlara beklerim...
Tue, 28 Feb 2006
Özgür günler bitti... Nasıl geçtiği vs... gibi konularla ilgili bir yazıyı zaten Fazlamesai'ye koydum. Şimdi gelelim o yazıda anlatılmayan ve asıl bomba haberleri içeren dedikodu seansına....
En bomba haberi sona saklarım genelde fakat bu sefer baştan vereyim. Debian'ın yaratıcısı Ian Murdock hangi dağıtımı kullanıyor dersiniz? Evet, doğru tahmin: Ubuntu. Yani, en azından Star gazetesi olsaydım haberi bu şekilde verirdim fakat tabiiki durum böyle değil. Ian Murdock Debian, sisteminde donanım desteğinin daha geniş olması sebebiyle Ubuntu çekirdeğini kullandığını söyledi. Evet, bunlar bizzat kendisinin ağzından çıkan sözlerdi. Türkiye'den ayrılırken kendisinin yanında en az bir adet Pardus CD'si ile ayrıldığını da ekleyelim. Belki gelecek yıl bu zamanlarda Ubuntu'dan vazgeçtiği ve Pardus kullanmaya başladığı haberlerini okuruz.
Etkinliğin en "görünmez adam'ı" ise XEmacs ile boğuşmaktan 50 metre mesafedeki etkinlik alanına gelemeyen fazlamesai.net'in geveze editörü FZ idi. Her ne kadar kendisi bu durumu "e-MBA mihuuu, ASP zihuu" gibi Umut Sarkıyavari efektlerle geçiştirmeye çalışsa da herkes kendisinin sırf üzerinde "Dünyayı yok etme düğmesi" yazan kırmızı bir düğme bulunduğu için GNU Emacs yerine XEmacs'i derlemeye çalıştığını biliyoruz. e-MBA sistemini Common Lisp ile yazdığı bir yapay zeka uygulamasına emanet edip sabah akşam XEmacs senin, Climacs benim dolaşan bu kişinin dünyayı ele geçirme planlarına birkaç günlüğüne ara verilip gerekirse kolluk kuvvetlerinin yardımıyla Mayıs ayında Ankara'da şenlik alanına prangalanmasına karar vererek bir sonraki bomba haberimize geçiyoruz.
Etkinliğe katılmayan bir diğer isim de Doruk Fişek'ti. FZ'nin yaptığının ötesine geçen Doruk Fişek aradaki "ince" farkı farketmeyeceğimizi düşünmüş olmalı ki kendisi yerine ikizini etkinliğe yollamıştı. Buradan kendisinin ikizine sesleniyorum: Doruk Fişek'i nereye sakladıysan serbest bırak! Adam kaçımak çok büyük bir suçtur.
Doğrusu merak ediyorum, acaba şimdi LKD sunumlarında Linux'tan aç kalınmadığını nasıl ispatlayacaklar.
Son olarak Debian Proje Lideri olmanın insanlara insanüstü tavla yetenekleri sağladığı gerçeğini yaşayarak öğrenen Ceyar Yüving'e geçmiş olsun diyorum.
Not: A. Murat Eren doğru yola bir adım daha yaklaşmış. Kendisini en kısa zamanda Elisp'in güzel dünyasına bekliyoruz.
Sun, 19 Feb 2006
Diğeri de burada
Wed, 15 Feb 2006
Dün, uzun zaman aynı ofiste çalıştığım, PC'lerinde yüklü insanı dehşete düşürecek seviyedeki "malware" oranı üzerine Firefox ve Thunderbird kullanmaya ikna ettiğim ve o zamandan beri antivirüs, anti-spyware falan kullanmadan mutlu mesut yaşayan birkaç arkadaşımı yeni iş yerlerinde ziyaret ettim.
Gider gitmez ilk dikkat ettiğim şey Outlook kullanıyor olmalarıydı. Önce uzun bir kınama çektikten sonra gerekçelerini dinlemeye başladım. Aslında Thunderbird kurmuşlar, fakat ne yaptılarsa adres defteri ve e-posta hesaplarının ayarları gibi bilgileri Outlook'tan aktaramamışlar. Outlook kullanmanın ne kadar zor olduğundan, Thunderbird'de ne kadar rahat ettiklerinden bahsettiler (kulaklarıma müzik gibi geldi doğrusu). Bu kadar ikna edici bir konuşmadan sonra daha fazla dayanmam mümkün değildi. E-pota ayarlarını yaptım ve içinde çok mutlu yaşadıkları Thunderbird/Firefox ortamına yeniden kavuşmuş oldular. IE ve Outlook'a ait tüm kısayolları sildiğimi söylememe gerek yok herhalde.
Demekki neymiş, bir özgür yazılım yeterince iyi olduktan ve insanlar ona bir şans tanıyacak kadar açık fikirli olduktan sonra kolayca benzerlerinin yerini alabiliyormuş. Aslında bir de lisans bedeli korkusu ile MS Office'ten OpenOffice.org'a geçen ve 4 yıldır 1.0.3 sürümüyle mutlu mesut yaşayan insanlar hikayesi var ama onu daha sonra anlatırım artık.
Not: Bir insan çok sevdiği bir şarkıdan tiksinebilir mi? Bugün anladım ki eğer o şarkı bir metre boyunda hoparlörlerden yeri sallayacak bir şiddette tekrara takılmış halde çalınırsa olabiliyormuş böyle birşey. Şarkı: Gary Moore - Still Got The Blues. Mekan: Millenium Outlet Center (orada ne işin vardı diye sormayın).
Tue, 07 Feb 2006
Genelde özellikle Internet'le yeni tanışan insanlara gelen e-postalar, web sitelerindeki saçma sapan bağlantılar gibi şeyler hakkında dikkatli olmaları için bir öğüt veririm: "Gerçek olamayacak kadar iyiyse, gerçek değildir"
Son zamalarda bu verdiğim öğüdün doğruluğu konusunda şüpheye düştüğümü itiraf etmem lazım. Bir web sitesine girip şöyle bir yazıyla karşılaştığınızı düşünün:
Mucizevi metin düzenleyicisi!
30 yıldır geliştirilmekte olan bu metin düzenleyicisi ile e-posta ve haber gruplarını okuyup yazabilir, aklınıza gelebilecek hemen her dilde yazılım geliştirebilir, müzik dinleyebilir, syslog sunucusu çalıştırabilir, LDAP sunucuları üzerindeki adres defterlerinize erişebilir, günlük tutabilir, IRC ve Jabber sunucularına bağlanabilir, ftp ve ssh gibi yöntemlerle diğer bilgisayarlarda kayıtlı dosyaları düzenleyebilir, web'de gezebilirsiniz. Üstelik bu yeteneklerin ötesine geçmek için kendi içinde gelen tam donanımlı programlama dili sayesinde kendi ihtiyaçlarınıza göre dilediğiniz gibi değiştirebilirsiniz. Fiyatı mı? Ücretsiz olarak indirebilir veya cüzi bir ücret karşılığıda CD üzerinde edinebilirsiniz. Üstelik kaynak kodları da dilediğiniz gibi düzenlemeniz ve hatta dilediğiniz gibi satabilmeniz için yanında geliyor!
İnandırıcı gelmiyor değil mi? Bir web sitesinde böyle bir reklam görseniz tıklar mısınız? Buna rağmen o gerçek, şu anda klavyem tıkırdarken onu kullanıyorum. Bİrazdan yine onun içinde gnus'u açıp comp.lang.lisp'te son olan bitenlere bakacağım... Bir rüya gibi...
Bunu geçtik, e-posta kutunuza bir mesaj geldiğini düşünün, şöyle diyor:
Merhaba,
Ben Linus Torvalds, Finlandiya doğumlu, şu anda Amerika'da Silikon Vadisi'nde çalışan bir programcıyım. Dünyadaki diğer birkaçonbin programcı ile birlikte 20 civarı platformda çalışan ve cep telefonundan 256 işlemcili NUMA sistemlerine kadar birçok ortamda iş görebilen bir işletim sistemi çekirdeği geliştirdik ve bunu herkesin özgürce kullanımı için ftp sitemizden kullanıma açtık. IBM başta olmak üzere birçok büyük bilişim firması Linux adını verdiğimiz bu çekirdeği iş stratejilerinin temeline yerleştiriyor ve bunu temel alan milyarlarca dolarlık yatırımlar yapıyorlar. Herneyse, kısa kesmek gerekirse bu yaptıklarımız konusunda bir haberdar etmek istedim. Eğer dilersen çekirdeği http://www.kernel.org adresinden indirebilirsin.
Sevgiler, Linus
Daha bir ton örnek verilebilir. Dünyadaki web sunucu pazarının ciddi bir kesimini elinde bulunduran Apache'den başta mobil platformlar olmak üzere birçok platformda SDK'ların ayrılmaz parçası olan GCC'ye, Yahoo!'nun 7/24 servis verebilmesini sağlayan FreeBSD'den evrensel işletim sistemi Debian GNU/Linux'a birçok yerde örneğini gördüğümüz özgür yazılımlar sizce de "Gerçek olamayacak kadar iyi" değil mi?
Thu, 02 Feb 2006
Bu OpenSSH insanlarını kınıyorum. Debian Sarge'da OpenSSH 3.8 varken bunlar gidiyor 4.3 çıkarıyor. Çıkardıkları yetmezmiş gibi bir de üzerine VPN desteği ekliyor ve diyorlar ki: "Al Tonguç'um dizüstünü, bağlan önüne gelen kablosuz ağa, dağda bayırda kur VPN tünelini, kendini doğaya sal". Ben de salmayayım demiyorum fakat şimdi işim gücüm yok gibi bana ya backport'tan paket yükletecekler, ya da sistemimi Etch'e geçirtecekler. İnsaf kardeşim, biraz nefes alın! Biraz durulun!
-Bir bilmecem var çocuklar
-Haydi sor sor!
-Hem konsol hem de X'te gelir
-Acaba nedir nedir?
-Editör denince akla...
-Tamam şimdi buldum
-Hemen onun lisp'i gelir
-Emacs emacs emacs!
Fri, 27 Jan 2006
Bugün bir süredir yeni albümleri takip etmediğimi farkedip işim gücüm olmamasını da fırsat bilerek evimin yakınlarındaki müzik dükkanına bir uğradım. Yeni gelen albümler pek ilgimi çekmese de oldukça güzel iki albüm buldum.
Birinci albümümüz bir Mehmet Güreli / Ayşe Tütüncü çalışması olan Vapurlar/Blues. Aslında albümün ne olduğuna dair en ufak bir fikrim yoktu. Sadece üzerinde Ayşe Tütüncü'nün ismini görmem almama yetti. Özellikle Ayşe Tütüncü'nün Karnaval albümünü daha yeni çıkarttığını düşününce eski bir albüm olması gerektiğine karar verdim. Sonradan inceleyince anladım ki gerçekten de albüm Vapurlar diye bir filmin film müziği olarak, 1995'te hazırlanmış.
Açıkçası Karnaval albümü benim için biraz fazla deneysel bazı lezzetler içerdiğinden (ve ben daha çok "Çeşitlemeler" kıvamında bir albüm beklentisi içinde olduğumdan) fazla dinlememiştim. Bunun üzerine Vapurlar/Blues tam anlamıyla ilaç gibi geldi. Albüm mükemmel bir piyano/saksafon ikilisiyle açılıyor ve aynı tadını hiç kaybetmeden son dakikasına kadar sürüyor. Albümle ilgili tek şikayetim ise böylesine güzel bir lezzetin çok çabuk (38:04) bitiyor olması. Umarım Ayşe Tütüncü bu tarzda albümler yapmaya devam eder.
İkinci albümümüz ise hiç çekinmeden klarnetin yaşayan en büyük ustası diyebileceğim bir insandan: Mustafa Kandıralı. 1954'te Louis Armstrong ile birlikte klarnet çalmış olan bu güzel insanın şimdiye kadar bulabildiğim albümleri genelde klasik oyun havası ayarındaki albümlerdi. Bugün ise uzun zamandır aradığım, hatta bir ara internetten sipariş etmeye karar verip vazgeçtiğim Caz Roman albümünü buldum.
Baştan söyleyeyeyim, albümün adına bakıp Kandıralı'nın Summertime veya Let's Call The Whole Thing Off çaldığını düşünenler okumayı burada kesebilir. Albüm her oryantal/caz tınısı taşıyan albüm gibi Nihavend Longa ile açılıyor (heralde bu bir tür kural, yoksa caz mafyası albüm çıkarttırmıyor) ve son iki parçaya kadar oldukça klasik tarzda, Üsküdara Gider İken'le, ud taksimi ve Mastika gibi şarkılarla ilerliyor. Ancak özellikle Caz Roman şarkısı Mustafa Kandıralı'nın neden Mustafa Kandıralı olduğunu, aşağıdaki beyanatının ardında nelerin yattığını bize açıklıyor:
- Siz ne dinliyorsunuz, ne seviyorsunuz?
- Radyoyu yastığımın altına koyarım, klasik batı müziği dinlerim. Ben batı müziğinden beslenirim, nağme çıkartırım. Sonra kızım Kısmet gelir, radyoyu alır usulca, uyurum.
Albüm yurtdışı kaydı olduğu için ülkemizde yabancı albüm fiyatına satılıyor ancak verdiğiniz her kuruşa kesinlikle değiyor. İçinde gelen, son zamanlarda neye benzediğini bile unuttuğumuz derecede detaylı, kitapçık ta albümün diğer bir hoşuma giden yanı. Kısacası klarnetten, roman müziğinden, eski türk müziğinden hoşlanıyor, dünyada Hüsnü Şenlendirici'den (kendisini sevmediğimden değil fakat şu aralar insanlar kendisinden gezegende başka klarnetçi yokmuş gibi bahsediyorlar) başka iyi klarnetçiler de olduğunu düşünüyorsanız bu albümü kaçırmayın.
Büyüklerimizin de dediği gibi: Üfle be kandıralı!
FZ'ye Not: UCW belgesi biraz yavaşta olsa yazılıyor, yolda, olacak olacak, çok güzel olacak
Thu, 26 Jan 2006
Güzel ve hızlı başlamıştı. Önce kesintisiz bir kar yağışı, ardından buz gibi geceler, karlı, bulutlu, güzel günler. Her güzel şey gibi soğuk hava dalgası ve tipi de bitti... Şimdi penceremden bakıyorum, sadece beyaz karın üzerinden yansıyan ve perdelerimi sıkı sıkıya kapatmama sebep olan bir güneş ışığı. Ne yapalım, artık bir dahaki "güzel hava dalgası" için gelecek yılı bekleyeceğiz. En azından elimde bu kaldı.
Mon, 23 Jan 2006
Lisp dünyasından son haberleri hep FZ'mi verecek kardeşim? İşte size UnCommon Web dünyasından bir son dakika haberi. Hoan Ton-That UnCommon Web ile AJAX teknolojisinin nimetlerinden faydalanmayı sağlayan bazı makrolar yazmış. Demo'ya buradan ulaşabilirsiniz. Ne güzel demiş şair:
First there was GOTO, and all was ... bearable ...
GOTO begot the subroutine, and all was ... better ...
The subroutine begot the function, and all was good.
First there the CGI, and all was ... bearable ...
CGI begot the servlet and jsp, and all was ... better ...
Then there was UCW, and all was good.
Geçenlerde nasıl olduğunu bile hatırlamadığım bir şekilde (sanırım ek$i sozluk'te dolaşırken) benim gibi yetmişlere ve öncesine düşkün retro insanlarının çok hoşuna gidecek bir site buldum: Bir Zamanlar. Özellikle arşiv kısmı benim gibi 45'lik vs... toplayanlar için bulunmaz nimet gibi birşey. Tabii .asf uzantılı dosyalar pikaptaki 45'liğin yerini tutmuyor fakat özellikle adını veya kimin söylediğini bilmediğiniz şarkıları ararken işe yarayabilir.
Son olarak başlıktaki ayran konusunu açıklayayım. Bugün nefis hava koşullarını (kar, soğuk bir penguen daha ne ister ki?) değerlendirerek biraderimle biraz yürüyüşe çıktık. Yürürken biraderim (kendisi bilimsel özürlüdür) çevredeki çalıların üzerinde biriken karların olağandışı derecede sert olduğunu farketti. Bunun üzerine aşağıdaki diyalog geçti:
TY = Tonguç Yumruk, JS = Jack Sparrow
JS: Olm bu kar neden bu kadar ağır? Ağır su bu değil mi?
TY: Ağır su nedir bilmiyorsun değil mi?
JS: Böyle içince üzerine ağırlık çöktüren, uyku getiren su değil mi?
Hani halk dilinde ayran olarak bilinir?
TY: *BSOD*
Thu, 19 Jan 2006
Uzun zamandır müzik hakkında birşey yazmadığımı farkettim, hep CL, hep GNU/Linux olmaz ki kardeşim... Arada değişiklik lazım.
Son beş yılda müzik zevkimin seyrettiği rotaya bakıyorum da, oldukça ilginç bir yol olmuş. 2000'de Heavy Metal'in iyi - kötü ayırd etmeden her türlüsünü dinlediğim zamanlar vardı... Ardından gitgide onlardan sıkılma, farklı şeyler dinleme dönemi. O dönemde Grup Yorum'dan Beethoven'a her telden dinlemişim. 2003'ün ortalarından başlayarak ise gitgide caz denen merete yönelmişim. Şimdilik oradayım. Kimbilir ilerleyen yıllarda ne taraflara gideceğim.
Bütün bunlar olurken farkettiğim birşey ise caz denen şeyin müzik dinleme alışkanlıklarınızda bazı değişikliklere yol açtığı. Dün uzunzmandır dinlemediğim bir şarkıyı (Chris Rea - Blue Cafe) dinlerken daha önce hiç dikkatimi çekmeyen bazı niteliklerin dikkatimi çektiğini farkettim. Müzikle dinlemekten başka bir ilişkisi olmayan ben, böyle şeyleri farketmeye başladıysam acaba bu işle ciddi ciddi uğraşasn insanların müzik dinleme şekli nasıl etkileniyordur acaba? Sanıyorum bu caz denen şey Lisp gibi, dinleyenin bazı şeylere bakışını etkileyebiliyor.
Neyse, fazla derine dalmadan yüzeysel bir insan olmaya devam edeyim. Hazır arkada Fiddler On The Roof çalarken şunu da yazayım. Zenginlik kavramını daha yiyi tanımlayabilecek olan varsa öne çıksın:
There would be one long staircase just going up
And one even longer coming down,
And one more leading nowhere, just for show.
Bir yıldan uzun süredir müzik hakkında yazmadıktan sonra yazacak sadece bunları bulabiliyorsam ya çok kötü bir müzik dinleyicisi, yada çok kötü bir blogger'ım demektir...
Not: Arkaplanda başlarken Fiddler On The Roof - To Life, biterken Far From The Home I Love çalıyordu
Not2: Jimmy Smith güzel bir insan...
Sun, 15 Jan 2006
Bugün buzdolabımın üzerindeki mıknatısları yeniden düzenledim. Düzenleme sonucunda gıda bakımından ne derece acil yardıma ihtiyacım olduğu ortaya çıkmış oldu. Daha fazla birşey söylemek istemiyor, sizi Million Dollar Homepage'e rakip olabilecek nitelikteki "Milyon Dolarlık Buzdolabı" ile başbaşa bırakıyorum. İyi seyirler.
Sat, 14 Jan 2006
Hep itina edeceğim diyorum, hiç edemiyorum. Sanıyorum yakında yılın en kötü blog tutan insanı seçileceğim. Bir bakıyorum da, en son 22 Arlık 2005'te yazmışım, bari ayıp olmasın, bir özet geçeyim.
Sonunda FZ'ye söz verdiğim UCW belgesini yazmaya başladım. Şimdilik sadece genel olarak Common Lisp'teki OOP mekanizması olan CLOS'tan bahsetmeyi bitirebildim ama emin adımlarla ilerliyor. Gelişimini SVN deposundan takip edebilirsiniz. Eğer TEX sürümünü alıp derlemekle uğraşmak istemiyorsanız bir html sürümü de mevcut. Sanıyorum her türlü geri bildirime ve katkıya açık olduğumu söylememe gerek yok. Ayrıca belgenin gelişimi esnasında olan bitenleri de bir yandan cs-lisp e-posta listesinde tartışıyoruz
Son zamanlarda zamanımı alan bir diğer şey ise Lego konusu. Lego Mindstorms NXT'in duyurulmasıyla başlayan, evimizin deposunda yaptığımız kazı çalışmaları sırasında kendisinin Royal Knight's Castle setini bulmamızla iyice tırmanışa geçen bu takıntının sonu ne olacak bilmiyorum. Yakında 1983'ten bu yana biriktirdiğim ve ne yazık ki 16 - 17 yaşından sonra yüzüne bakmadığım için deponun karanlık köşelerinde çürümeye mahkum olan setlerimi çıkartmak için ikinci bir genişletilmiş kazı çalışması (TM) planlıyorum. Bu arada işte benim gibi diğer lego-sever'ler için birkaç bağlantı:
- LUGNET Guide: Olabilecek eski-yeni her tür Lego seti hakkında envai çeşit bilgi bulabileceğiniz bir site.
- Peeron: Binbir çeşit Lego'nun yapım kılavuzlarını bulabileceğiniz nefis bir site. Özellikle yıllar öncesinden kalma, kılavuzları kaybolmuş modelleri yeniden yapmak için müthiş bir cevher.
- Vincent Callède'nin akılalmaz koleksiyonu: Aslında doğrudan bilgi içermiyor fakat bakıp bakıp kıskanmak için ideal bir yer.
Yaşıtlarım evlenip çoluk çocuğa karışıyor, benim yaptığıma bak... cık cık cık...
Son olarak Boran'ı gıcık etme amaçlı birşey. Sonunda biraderim de blog tutmaya başladı. Abisi ve sponsoru olarak hosting sağlama işi de bana düştü tabii. İnşallah benden daha fazla yazar.