Anlık olaylar, fikirler, gudik ismail vs...
Thu, 04 Jul 2013
Buraya ilk yazmaya başladığım günlerden bu yana yazmaktan en çok keyif aldığım konulardan biri müzik. Bunu açıklayan bir sürü özlü söz yumurtlayabilirim ama sanırım durum basitçe şu: Müzik dinlemeyi seviyorum, sevdiğim şeyler hakkında yazmayı ise daha çok seviyorum. Ama bugün Müzik konusundan girip yaşlanmanın da getirdiği etkiyle hafif politik yazacağım.
Şu anda bana çok uzun gözüken bir zaman önce NTV'de AKP sonrası Türkiye için çok sıradışı sayılabilecek bir program yayınlanıyordu. Yorum Farkı adlı bu programda Emre Kongar ve Mehmet Barlas o haftanın politik gelişmelerini gayet düzgün bir üslupla tartışıyorlardı. Genelde son dönem TV programları tek bir kişinin kendi görüşünü belirtmesi veya karşıt görüşlerde insanların birbirlerine söz vermemeye çalışırken kavga etmesi temeline dayandığı için bu program oldukça dikkat çekici bir şekilde öne çıkıyordu. Tabii NTV'nin (grubun diğer yayın organları ile birlikte) bir gecede yayın politikasını değiştirmesi üzerine sürekli hükümetin ipliğini pazara döken Emre Kongar kapının önüne koyuldu ve programa son verildi. Peki Mehmet Barlas? Kendisi politik olarak her ortama uyum sağlayabilen bir insan olduğu için olacak kapının önüne koyulmadı tabii ki. Fakat artık Yorum Farkı gibi bir program yapması da mümkün değildi. Bunun üzerine NTV'nin yumuşak başlı sunucusu Oğuz Haksever ile birlikte bir müzik programı yapmaya başladılar. Programın adı da Makam Farkı oldu. Özünde programın konusu 19. yüzyılın sonu ile 20. yüzyılın ilk yarısında üretilen daha çok TSM formundaki eserlerin tanıtılması, övülmesi şeklinde ilerliyor. Yalan olmasın, eğer bu tarz müzikten hoşlanıyorsanız kaçırılmaması gereken bir program.
Ancak düşündüm, taşındım ve bu güzel program ismini hakettiği şekilde Yorum Farkı biçimine uyarlayabilir miyim diye düşündüm. Ortaya aşağıda okuyacağınız satırlar çıktı.
Gezi parkı direnişi ile ilgili bir milyon farklı şey yazılabilir. Sosyolojiden siyaset bilimine her daldan akademisyene birkaç yıl yetecek kadar malzeme direnişte yatıyordu zaten. Ben de biraz direnişin en öne çıkan yönlerinden biri olan direniş müziklerinden bahsetmek istiyorum.
Müzik ve mizah her zaman baskı altındaki toplumların kendilerini ifade etmek için kullandıkları en önemli araçlar olmuştur. Türkiye'de de durum farklı değildi hiçbir zaman. Ancak her ne kadar baskılar sayesinde direniş öncesinde de çok gelişmiş bir mizah duygusuna sahip olsak da bunun müzikal yansımasını birkaç "muhalif" müzisyen haricinde gözlemlemek çok kolay olmuyordu. Meğerse insanlar Gezi'yi bekliyorlarmış. Gezi direnişinin başlaması ile birlikte sadece birkaç hafta içinde belki bir yılda gerçekleşecek müzikal üretim gerçekleşti. Neyse ki bu direnişi gerçekleştiren insanlar İnternet denen mefhumdan en efektif biçimlerde faydalanabildikleri için birileri bu müziklerin bir kaydını tutmayı akıl etti. Gezi için üretilen pek çok eseri sırayla dinlemek için Çapulcular'a, eğer videoları ile birlikte takip etmek isterseniz Gezi için Müzik'e bakabilirsiniz.
Eğer yukarıdaki linklere tıklayıp saatlerce oradaki müzikleri dinlediyseniz şimdi bunların incelemesine geçebiliriz. Bu müziklerin en ilginç yanlarından biri pek çoğunun orjinal eserler olması ve Duman'ın Eyvallah şarkısı gibi bazılarının sadece olaylar başladıktan sonra saatler içinde bestelenip, söz yazılıp kaydedilmiş olması. Bana kalırsa bu herşeyden önce insanların bu gibi şeyleri üretmek için hali hazırda sadece küçük bir kıvılcım beklediğini gösteriyor.
İkinci ilginç nokta ise müzisyenlerin dağılımı. Duman, Kardeş Türküler, Grup Yorum, Ete Kurttekin ve Bedük (kaydı çok daha önceden yapılmış olduğu için Fazıl Say'ın İnsan İnsan eserini buna dahil edip etmemek konusunda çekinceliyim) gibi pek çok profesyonel ve ünlü müzisyenin yanında az ünlü/ünsüz profesyonel ile adını bile duymadığımız insanlar da icabında kendi evindeki imkanlarla yaptığı kayıtları paylaştı. Paylaşılan eserlerin bir kısmı yeni ve orjinal eserlerken bazıları ise eski şarkıların çeşitli şekillerde Gezi direnişi temasına uyarlanması şeklindeydi. Aslında düşündüğünüz zaman bu süreçte üretilen pek çok eser Creative Commons hareketinin de temelini oluşturan geçmiş eserlere dayanarak yeni eserler üretme fikrini en güzel şekilde uyguluyordu. Belki de bir anlamda yıllardır belirli enstürmanlar ve biçimlere kısıtlanmış olan "Halk müziği" kavramının yeniden tanımlandığını bile düşünmek mümkün.
Direniş müziğinin üçüncü ilginç özelliği ise çeşitliliği. Türküden Hip Hop'a oradan Acapella'ya varan binbir çeşitli türde müzik üretildi. Bu yönüyle kesinlikle direniş müziği direnişin doğasını yansıtıyor diyebiliriz. Nasıl ki bir araya gelmesini hayal dahi edemeyeceğiniz pek çok grup parkta bir araya gelip özgürlükleri için direndiyse müzik de aynen bu çeşitliliği yansıtıyor. Bu yazıyı yazmaya başlamamla birlikte Çapulcular playlist'ini de çalmaya başladım ve şu ana kadar 4 farklı müzik türü tespit ettim ve yazdıkça bu sayı da artmaya devam ediyor. Normalde ne bir sanatçıya ait, ne de karışık herhangi bir albümde dinleyemeyeceğiniz bir çeşitlilik söz konusu. Bu yönüyle kesinlikle her kesimden, her zevkten insanın hoşuna gidecek en az bir direniş şarıkısı bulması neredeyse garanti gibi.
Son olarak bahsetmek istediğim şey şarkı sözleri. Tabii ki sözlerde de müzikteki çeşitlilik var. Kimi şarkılar İngilizce sözlere sahip, çoğunluğu ise Türkçe. Bunun dışında kimi şarkılar gayet sert sözlere sahip olsa da bunlar kesinlikle azınlıkta. Şarkı sözleri de daha çok Gezi ruhunu yansıtır şekilde özgürlük temalı ve her daim eğlenceli. Kimi şarkılar gayet dolaylı ifadelere giderken kimileri çok daha doğrudan bir şekilde derdini anlatıyor. Şarkıların çoğunluğunda oldukça yumuşak bir tavır var diyebilirim. Genellikle "Recep, gel bir dinle bak ne diyoruz" veya "biz barış ve özgürlük istiyoruz" mesajları veriyor.
Şimdi, Makam Farkı formatına uymak adına bir de karşı tarafı incelemem lazım. Ancak şu ana kadar hükümeti destekleyen / direnişi eleştiren yegane eserlerin Doğuş ve İsmail Türüt tarafından üretildiğini göz önünde bulundurursak işim oldukça zor görünüyor. Eğer siz başka şarkılar biliyorsanız lütfen iletin ki daha net bir fikir oluşturabileyim. Neyse, şimdilik elimizdeki malzeme ile devam edeceğiz.
Öncelikle şarkıların zamanlaması ile başlayalım. Şarkılardan ilki olan Doğuş'un "Akyürekler Seninle" şarkısının ortaya çıkışı bir ay aldı. İsmail Türüt'ün şarkısı ise ondan 3-4 gün sonra ortaya çıktı. Bu haliyle sanki sonradan akla gelmiş gibi duruyorlar. Sanki polis parkı dağıttıktan sonra insanların aklına böyle birşey yazmak gelmiş gibi görünüyor.
Müzikal olarak baktığımızda iki şarkı da gayet yaratıcılıktan uzak duruyor. İsmail Türüt'ün şarkısı bir anlamda imzası haline gelmiş olan klasik karadeniz melodisi (kesin bunun bir adı vardır) üzerine kurulu. Doğuş'un şarkısı ile ortalamanın altındaki bir pop şarkısı ritminden öteye gidemiyor.
Şarkıların sözlerine baktığımızda ise iki şarkı arasında ne kadar çeşitlilik bekleyebilirseniz işte o kadar yüksek bir çeşitlilik var. Doğuş'un şarkısı daha çok "Recep Tayyip Erdoğan ne harika bir insan" temasından giderken İsmail Türüt ise "Hep siyonist işi bu teröristler, ne de güzel sıktı polis" temasında takılarak daha önceki eserlerinden de bildiğimiz saf faşizan tavrını sürdürüyor. İki şarkının ortak noktası ise sözleri itibariyle feci şekilde sipariş üzerine üretilmiş gibi durmaları.
Tüm bunları bir neticeye bağlamak gerekirse, hükümet (aslında Recep ve mahdumları diyesim geliyor ama seviyeli olmaya çalışıyorum) müzik cephesinde de 1-0 yenilmiş görünüyor.
Not: Başlarken Çapulcular playlist'ini çalmaya başlamıştım, başlarken Boğaziçi Caz Korosu'nun Çapulcu musun vay vay şarkısı çalıyordu, biterken Çapulcu Gundian çalıyor.
Not 2: Aslında burada favori şarkılarımı da listelemeyi planlıyordum ama korkarım öyle bir ayrıma gidemeyeceğim. İdare edin.
Fri, 13 Jul 2012
Bilenler bilmeyenlere, duyanlar duymayanlara, şimdiki nesiller gelecek nesillere aktarsın: O festivalin adı 11 senedir Efes Pilsen One Love Festival'dır. 2008'den beri de Eyüp'te Santral İstanbul'da düzenlenir. Festival organizasyonunun konser saatlerini ezan saatlerine göre ayarlayarak bölgedeki müslümanların hassasiyetlerine dikkat ettiği gibi gerçekler bir yana, bugüne kadar hiç kimse bu festivale zorla sokulmamış, kandırılarak ağzına bira dökülmemiştir.
Efes Pilsen bir bira markasıdır. Basketboldan müziğe birçok alanda da faaliyetleri, organizasyonları vardır. Sizin bira veya genel olarak alkol tüketimiyle ilgili sıkıntılarınız olabilir, ancak festivalin adından festivali yıllardır düzenleyen firmanın adını çıkartmak en iyi ihtimalde çevre halkıyla festival katılımcıları arasındaki gerginliği artıracaktır.
Siz ne kadar bu ve benzeri isimleri silmeye çalışırsanız çalışın, herkes bu isimleri olması gerektiği gibi hatırlamaya devam edecektir.
Tue, 28 Nov 2006
Uzun zamandır müzik üzeirne birşeyler yazmıyordum. Neyseki Ayhan Sicimoğlu'nun yeni albümü beni bu tembellikten vazgeçirecek kadar kıpır kıpır bir albüm olmuş.
Albümü dinlemeden önce Ayhan Sicimoğlu'nun kim olduğu konusunda pek bir fikrim olduğunu söyleyemem. Yine de, neden bilmem, albümü görünce sanki uzun zamandır çıkmasını beklediğim bir albümmüş gibi hiç düşünmeden aldım. Eve gelip CD'yi paketinden çıkarınca (French Fries Alaturca) oldukça ilginç hazırlanmış bir iç kapak ile karşılaştım.
Kapağı atlayıp diski takıp dinlemeye başladığımda ise daha ilginç bir süprizle karşılaştım. Albümün açılışı, geri kalanından (ve benim beklentilerimden) oldukça farklıydı. Neyse ki bu güzel ilk dakika şokundan sonra albüm asıl havasına girdi ve oynak latin jazz ritmleri ortalığı kapladı.
Teker teker şarkılar üzerinde durmayacağım, zira albüm her biri diğerinden daha güzel parçalardan oluşuyor fakat özellikle son derece hareketli Istanbul pas Constantinople ve Historia de Un Amor gibi şarkıları özellikle dikkatle dinlemek gerek diye düşünüyorum. Tabii Historia de Un Amor'un çevirisi Bir Aşk Hikayesi'nde Mirkelam'ın yorumu ve şu sözler albümün tek "olmamış" kısımlarıydı.
Ben de en güzelini
Hem de en fıstığını (!#?)
Nerede olsa bulurum.
Rüyalarım oldu gerçek işte bir anda
Hayat toz pembeymiş meğer yeni çıtırımla (#!?)
İhtiyarım diye takma
Cebinde paranda varsa
Vur patlasın çal oynasın
İşte aşk hikayesi
!#?: Bunların şarkıya uymamasına mı yanayım, seçilen kelimelere mi yanayım bilemiyorum...
Fri, 02 Jun 2006
Evet, bir kere daha beni Fazlamesai Galaksisi ve Linux Gezegeni gibi yerlerden kovulmaya bir adım daha yaklaştıracak olan, içinde GNU/Linux veya özgür yazılıma dair hiçbirşey barındırmayan bir blog girdisiyle karşınızdayım.
Bugün ilk konu Orient Expressions ve Sabahat Akkiraz'ın birlikte çıkarttıkarı albümleri: Külliyat. Öncelikle bir açıklama yapayım. Her ne kadar müzik konusunda mümkün olduğunca geniş mezhepli davranmaya çalışıyor olsam da "elektronik müzik" gibi bazı türlere bir türlü ısınamadım. Belli bir seviyeye kadar dinlediğim müzikte elektronik tınılardan rahatsız olmuyor olsam da sınırımın "Rebel Moves" olduğunu söyleyeyim, gerisine siz karar verin. Herneyse, konuyu dağıtmayayım. Orient Expressions daha önceden dinlemediğim bir gruptu. Sadece İstanbul Hatırası adlı güzel filmde (ve tabii filmin müzik cd'sinde) bir parçalarını dinleme fırsatı bulmuştum. Her ne kadar parçalarına bayılmış olmasam da rahasız olmadan dinleyebildiğim türden, ortalama bir parça olduğuna karar vermiştim. Külliyat albümünü alırken de biraz İstanbul Hatırası'ndan gelen olumlu düşüncelerle albümün arkasında yazan "elektronik altyapı" gibi şeylere fazla takılmadan albümü aldım.
Ne yazık ki albüm benim için tam bir hayal kırıklığı oldu. Sabahat Akkiraz'ın daha önce Fransa'da bir caz festivalinde caz tınıları eşliğinde türkü söylediği "Konserler" albümü kıvamında birşeyler beklerken ne yazık ki albümün beklentilerimden çok uzakta olduğunu gördüm. Evet, elektronik müzikten çok hoşlanan bir insan değilim fakat bence albümü beğenmeme nedenim bu değildi. Albümde yapılan sadece Sabahat Akkiraz'ın söylediği türkülerin arkaplanına elektronik tınılar eklemekten ibaret gibi duruyordu. Neredeyse Sabahat Akkiraz'ın bu albüm için yeni kayıt yapmasına gerek kalmayacakmış. Rahatlıkla eski kayıtların üzerine elektronik yapılar eklenerek de aynı albüm yapılabilirmiş gibi bir havası vardı. Albümün bu gerçek anlamda pek bir yenilik içermeyen doğası beni albümden oldukça soğuttu ve albümün tamamını dinlemeye dayanamayarak üçüncü parçanın ardından CD'yi çıkartıp Bebo & Cigala'nın Lágrimas Negras albümünü taktım. Yine de birgün bu albümü tekrar (bu sefer sonuna kadar) dinleyip tekrar değerlendirmeyi planlıyorum.
Vakt'i zamanında denize karşı ayaklarımı terasın parmaklıklarına uzatıp sessizliğin keyfini Buena Vista Social Club dinleyerek çıkarttığım günden beri yaz aylarında latin damarım kabarır. Gerçi bu yıl o damar daha yaz gelmeden Klazz Brothers & Cuba Percussion sayesinde kabarmaya başlamıştı. Aslında Bebo & Cigala daha önce hiç dinlemediğim müzisyenlerdi. Albümü duyduktan sonra kendileri hakkında kısa bir araştırma yaparak sitelerini buldum. Sitelerinde albümdeki tüm şarkıları "streaming" olarak dinleyebiliyorsunuz. Tabii mimms marifetiyle şarkıları kaydetmeniz de mümkün. Açıkçası ben şarkılardan birini indirip dinledikten sonra koşa koşa giderek albümü aldım. Aslında albüm hakkında söylenecek pek fazla birşey yok. Mükemmel bir piyano, mükemmel bir vokal, mükemmel şarkılar. Latin müziği seviyorsanız (tabii Latin derken Jennifer Lopez veya Ricky Martin'i kastetmiyorum) kaçırılmaması gereken bir albüm.
Evet, gelelim filmimize. Filmimiz "Final Fantasy VII: Advent Children". Aslında Japon animasyonları pek hoşlandığım bir film biçimi değildir. Final Fantasy serisine de (oyun olanı) özel bir sempati beslediğim söylenemez. Peki o zaman neden Final Fantasy'yi seyretme ihtiyacı duydum. Aslında öyle bir ihtiyaç duymadım. Daha çok zorlandım. Buradan kendinden küçük kardeşi olan herkese sesleniyorum: Eğer kardeşinize bir film hediye etmek istiyorsanız sevdiğiniz bir film seçin, yoksa oturup filmi seyretmek zorunda kalabiliyorsunuz. Film herşeyden önce konu ve anlatım olarak hiçbirşey içermiyordu. DVD'de ekstra olarak sunulan "çıkan kısmın özeti" ise tamamen filme konu olan oyunun ara demolarının birleştirilmesiyle oluşmuştu. Son olarak filmi biraz olsun izlemenizi sağlayan aksiyon sahneleri de birşey anlamanıza izin vermeyecek kadar hızlı ilerliyordu. Kısacası bence bu filmi izlemeyin, paranıza, eğer parayı umursamayacak kadar zenginseniz, zamanınıza yazık. Tabii haklarını yememek lazım. Adamın Cüneyt Arkın'ı kıskandıracak bir hareketle koskoca motoru kılıçla ikiye bölmesi güzeldi.
Neyse, bir de gezegen ve galaksi'den kovulmamak için emniyet kemeri: Ubuntu 6.06 çıktı. Saygılarımla...
Sun, 30 Apr 2006
Rashit'i ilk albümlerinden beri takip ederim. Şimdiye kadar çıkardıkları albümler her seferinde o sırada kullandığım müzik çalma aygıtında (walkman, mp3 player vs...) uzun süre yer etmiştir. İlk albümleri gerçekten kaliteli, "yerli malı yurdun malı" punk müziğin en başarılı örneklerindendi. Özellikle "Çok mu zor?" şarkısındaki darbuka vs... gibi enstürmanların son derece başarılı kullanımı etkileyiciydi. Bir "ilk albüm" için son derece başarılı bir albümdü.
Uzunca bir aradan sonra ikinci albüm "Adam Olmak İstemiyorum!" geldi. Bu albüm çok daha sert ve doğrudan hedefe yönelik bir anlamda "zehir gibi" şarkı sözleri içeriyordu. Bütün sert şarkı sözlerine karşılık albümün müzikleri, punk doğasına uygun olarak, son derece eğlenceliydi. Üstelik bu albümde darbukanın yanına saksafon gibi daha farklı enstürmanlar da katılmıştı. Bilmiyorum acaba kaç punk grubu vardır ki "Kuş sesleri ovalara yayılır" gibi bir şarkıyı alıp, punk yorumu yapıp üzerine de bu kadar başarılı sözler yazsın. Bu neşeli müzikler ve sert sözlerin yarattığı kontrastın mükemmelliğinden olsa gerek, albüm hemen "klasikler" rafımda bir yer elde etti.
Ve günümüze geliyoruz...
Herşey hürriyetim.com'un adını hatırlamadığım bir bölümünde Rashit röpörtajını okumamla başladı. Röpörtajda yeni albümlerinin çıktığından, albümün Sony etiketiyle çıktığından, ilk defa bir prodüktörle çalıştıkalrından bahsediliyordu. Kafamda alarm zilleri çalmaya başlamıştı. Galiba Rashit'i de kaybediyorduk... Birkaç saat sonra evimin yakınındaki bir alışveriş merkezinden albümü almıştım fakat hay, huy derken dinlemek bugüne nasip oldu.
Şimdi "Abi Rashit'te davayı sattı, yumuşadı" muhabbeti yapacağımı düşünüyorsanız yanılıyorsunuz. Bu tarz bir muhabbet ihtiyacı içindeyseniz sizi Güven Erkin Erkal'ın tarafına alalım.
Albüm benim için büyük bir hayal kırıklığı oldu. Hayır, sorun sözlerin eski zehir gibi halini yitirmesi değildi. Hatta sözlerde biraz yumuşamanın müziği daha dinlenebilir kılacağını düşünüyordum. Beni asıl üzen Rashit'in bir anlamda imzası olan o hareketli, kıpır kıpır ve çok sesli müziği terketmiş olmasıydı. Sözler yumuşamıştı, buna şüphe yok... Artık şarkılarında "Onlar adi birer hırsızlar, çünkü zengin oldular" yerine "Basit bir bahçıvanım ve hüzün ekiyorum bahçeme" gibi sözler geçiyor. Öte yandan bu yumuşacık sözlere arka planda bir saksafon veya oynak bir gitar değil gitarla tutulan son derece sıradan bir ritm eşlik ediyor o kadar.
İnsanların popüler, para kazanmaya yönelik albüm yapmalarına karşı değilim, fakat umarım Rashit istediği kadar parayı kazandıktan sonra tekrar o canlı, hareketli ve "farklı" müziğini yapmaya devam eder. Ben o zamana kadar bu sözleri tekrar edeceğim (Kuş sesleri ovalara yayılır melodisiyle söylenecek):
Kalp hastası
Çalışkan bir arıdır
Kalp hastası
Çalışmak zararlıdır
Aman bekle bankada, kuyrukta
Yürüme bin git arabanla
Çok acelen var senin aslında
Çalış, çabala kazan daha çok para
Not: Yazmaya başlarken Adam Olmak İstemiyorum albümü çalıyordu, Kısır Döngü ile başladık, Nakavt ile bitiriyoruz.