Son zamanlarda kafayı bas gitara takmış durumdayım... Kamil Erdem'den sonra bu sefer de gavur ilinden bir musikişinas: Marcus Miller. Bugün Tales adlı albümünü dinledim ve hastası oldum... Herkese tavsiye ediyorum...
Tue, 28 Sep 2004
Yaklaşık 2002 kasımından beri masaüstümde debian kullanıyordum, zaten emrimdeki server'lara da kurmuştum. Fakat açıkçası hergün işyerindeki bilgisayarıma Knoppix CD'sini takıp, bozuk cd sürücünün düzgün çalışmasını umarak açılmasını beklemekten gına gelmişti... Sonunda bilgisayarda benim dışımdaki insanlara ait olan tüm verileri yedekledim, sonra da elimdeki Debian-installer mini-cd'sini takıp debian kurdum...
Şu anda üzerinde Gnome 2.6, Glade-2, Openoffice ve Firefox yüklü ve gartoon ikon seti yardımıyla da inanılmaz güzel görünen bir sistemim var. İnsanların aklını çelip birkaç makinaya daha Debian kurmayı planlıyorum...
Debian üzerinde bu kadar durmuşken "Why Package X not in testing yet?" adlı güzel script'in dediğine bakılırsa mono paketleri testing'den çıkartılıyor ki, bu da bir sonraki sürümde varolmaları olasılığını oldukça düşürüyor. Sanıyorum çıkarılma sebebi alpha platformundaki bazı derlenememe sorunları. Her ne kadar mono düşkünü bir insan olmasam da özellikle mod_mono aracılığıyla apache'nin kazanacağı asp.net desteği sunucu piyasasında GNU/Linux kullanım oranlarınıo daha da üst noktalara taşıyabilirdi... Özellikle Debian gibi sunucu ağırlıklı kullanılan bir dağıtımda bence bu durum daha da önem kazanıyor...
Not: Gnome 2.6 500mhz celeron makinada oldukça tatminkar bir hızda çalışıyor.
Not 2: Beni konsol adamcığı olarak bilenler şaşırmasın, Gnome'u sadece işyerindeki insanları korkutmamak amacıyla kullanıyorum. Evde hala Athlon 2500 makinada PekWM altında 5 terminal açık çalışıyorum...
Sat, 25 Sep 2004
Evet Palm üzerinden yazamıyor olabilirim, fakat en azından olan biteni okuyabiliyorum. Handrss sayesinde Palm üzerinden istediğiniz RSS feed'leri kolayca takıip edebiliyorsunuz. İster hotsync sırasında, isterseniz direk internete bağlanarak feed'leri güncelleme özelliği de mevcut. Fakat önemli bir eksiği var: Özgür Yazılım değil. Buna özgür bir alternatif bilenler varsa iletişim adresim google'da mevcut. Ayrıca UTF-8 desteği olmaması ve 64kb'nin üzerindeki feed'leri okuyamaması (Enver Altın'ın blog'unu okuyamıyorsunuz mesela) ise diğer sorunlu özellikleri.
Dün akşam ne yazıkki Saklı Kent'teki Therion konserindeydim. Ne yazıkki diyorum zira hayatımda gittiğim en kötü konserdi diyebilirim. Hayır sorun Therion'da değildi. Sorun "embesil metalci genç" formatındaki, insan formuna girmiş bir grup terliksi hayvan ile Saklı Kent'in Edison'dan kalma elektrik tesisatındaydı. Bu iki yanıcı madde bir araya gelince ortam gerçekten katlanılmaz bir hal aldı. Şimdi isterseniz olayı ilk dakikasından başlayarak anlatayım.
Konser öncesi birşeyler atıştırmaya vakit bulabilmek için işten biraz erken çıktım. Güzel bir tost+portakal suyu ikilisinin ardından hazırdım ve konsere birlikte gideceğim bir arkadaşım ile birlikte Saklı Kent'e doğru yürümerye başladık. Biletlerde yazana bakılırsa kapı saat 19:00'da açılacaktı. Bu yüzden biraz da hızlı yürüyerek 18:45 gibi Saklı Kent'e vardık. Vardığımız sırada kuyruk çoktan köşeyi dönmüş, Olgunlar'a doğru uzamaya başlamıştı. Neyseki daha erkendi ve çok uzağa gitmeden sıranın sonunu bulduk. Ve beklemeye başladık... Bekledik... Bekledik.... Bekledik... Beklerken ufak tefek didişmeler yaşandı insanlar arasında. Sonunda saat 21:30 gibi (yani 2 saat 45 dakika ayakta dikildikten sonra) kapılar açıldı. Kapılar açıldıktan sonra kuyruk hareketlendi ve insanlar yavaş yavaş içeri girmeye başladı. Tam bu sırada asıl kavga çıktı. 30 kişiye yakın bir grup terliksi hayvan bıçaklarla birbirine girdi.
Saat 22:00 gibi içerideydik. Önce herkes içeri dolana kadar şarkılar çaldı. Kapı gıcırtısına kafa sallayan bir grup terliksi daha o sıralarda gaza gelmişti bile. Ardından ön grup Knightmare'in "teknik aksaklıklar" nedeniyle sahne alamayacağı söylenip "zaten siz de Therion'u bekliyordunuz, böylece daha az beklemiş olursunuz" denildi. Ne yalan söyleyeyim ön grubun çıkmayacak olmasına sevindim. Biz de yavaşça arkadaki yerimizden ayrılıp sağ taraftaki balkon benzeri yerlerde daha ön bir noktaya geçtik. Ve Therion sahneye çıktı...
Sahnede göze ilk çarpan eksiklik Martina Hornbacher idi. Her ne kadar kendisinin yerine sahne alan soprano hanımefendi de oldukça güzel bir sese sahipse de sahnede hareketi kesinlikle Martina kadar iyi değildi. Aynı sebepten Martina'ya evlenme teklifinde bulunma planlarım da suya düştü. Sanıyorum ki sahne bırakın konser vermeyi tek kale maç yapmaya dahi izin vermeyecek boyutta olduğundan Therion'un arkasında beklediğim kadar geniş bir orkestra bulamadım. Toplamda ön planda bir soprano ve geri vokalde de iki soprano ve iki tenor vardı. Sanıyorum bu enstürman eksikliğinden dolayı genelde sert ve gitar ağırlıklı parçalara yönelmişlerdi. Haliyle Clavicula Nox, Wine Of Aluqah veya Via Nocturna dinleme imkanımız olmadı. Belki daha ikinci veya üçüncü şarkı çalınırken elektrikler kesilmeseydi bu şarkıları da söyleyeceklerdi.
Evet daha iki üç şarkıdan sonra bir Türkiye klasiği olarak elektrikler kesildi. Aslında sorun elektriklerin kesilmesi değildi. Asıl sorun elektrikler kesildikten sonra insanların verdiği tepkiydi. Bilmiyorum sadece türklere mi özel, yoksa dünyanın diğer milletlerinde de en ufak bir problem çıktığında delicesine bağırıp önlerine gelen herşeye küfretmek gibi bir alışkanlık var mı? İnsan eğer haklıysa bunu insan gibi dile getirmelidir diye düşünüyorum. Yoksa durduk yerde haksız duruma düşer. Terliksi hayvanlar bağırıp çağırırken Therion'un sopranosu sahneye çıkma gafletide bulundu. Hiçbir anfiye vs... ihtiyaç duymayan o mükemmel soprano sesiyle ne olduğu konusunda hiçbir fikrim olmayan bir şarkı söylemeye başladı. Fakat tabiiki çevredeki insanların tüm uyarılarına rağmen terliksiler susmak bilmedi, haliyle sopranoda kısa süre sonra sahneden indi. Ve ardından tüm konserin belki de en ilginç sahnesi başladı. Gaza gelmiş, ve tahminen elektrik kesintisi sonunda havalandırmanın da çalışmaması sebebiyle oksijensiz kalmış bir grup terliksi kalan son oksijeni de bütün hızlarıyla tüketebilmek amacıyla Erkin Koray'dan Fesuphanallah adlı güzide eseri icra etmeye başladılar. Tabiiki tahminen diğer hiçbir konserde bunun gibi bir olay görmemiş olan Therion elemanları da sahneye çıkıp seyirciyi kameralarıyla kaydettiler.
Yaklaşık 1 saatlik bir gecikmenin ardından elektrikler tekrar geldi ve grup tekrar sahne aldı. Tekrar sahneye çıktıktan sonra benim için daha tanıdık olan The Wild Hunt ve The Invincible adlı şarkıları söylediler. Bunların ardından bilin bakalım ne oldu? Evet, tam Lepaca Kilffoth adlı albümlerinden, uzunca bir süredir hiçbir yerde çalmadıkları Melez adlı şarkıyı çaldıkları sırada tekrar elektrikler kesildi. Bunun üzerine ortalıktaki terliksilere, havasızlığa daha fazla dayanamadım ve konserin zaten artık iptal edileceğini tahmin ederek Saklı Kent'ten bir daha asla dönmemek üzere ayrıldım. Zaten öğrendiğim kadarıyla biz çıktıktan kısa süre sonra da konser iptal edilmiş.
Bütün bunların sonucunda artık Heavy Metal konserleri için çok yaşlı (24) olduğuma karar verdim. Belki çok uzun zamandır Heavy Metal ortamlardan uzak kaldığımdan oluyor, bilmiyorum ama gerçekten artık ortalıkta dolaşan terliksi hayvanlara, havasızlığa, sahnede yapılan sırf şov amaçlı yapay harekelere, kalitesiz ses sisteminden yükselen aşırı gürültülere, epileptik ışık gösterilerine katlanamıyorum. Evet, yaşlandım. Konser izlemek isteyenlere de bir fırsatını bulurlarsa Jerry Ricks'i izlemelerini öneririm.
Not: Konserde Didem Kamoy ile Doruk Fişek'e benzettiğim biri daha vardı. Fakat Doruk Fişek'in sakalsız halini uzun zamandır görmediğimden emin olamadım. Kendilerine buradan selam ediyorum.
Not2: Konserde biraderimin cep telefonuyla çektiği resimleri görmek isterseniz buradan buyrun: Bir, iki, üç
Not3: Bu satırları yazarken arka planda Louis Armstrong - A Kiss To Build A Dream On çalıyordu. Korkarım Wynton Marsalis haklı: Tek yapabileceğimiz onunla aynı yüzyılda yaşadığımız için mutlu olmak.
Not4: Abarttım
Fri, 24 Sep 2004
En sevdiğim senfonik metal gruplarından Therion bugün akşam 19:00'da Saklı Kent'te sahne alacak. Ben orada olacağım, herkesi beklerim. Son albümlerini şu anda dinliyorum ve kesinlikle güzel olmuş. Birth Of Venus Illegitima'yı da çalarlar umarım. Tabii bir de Via Nocturna.
Not: Haggard'da gelsin artık!
Tue, 21 Sep 2004
!!!!UYARI!!! Az sonra okuyacağınız satırlar tamamen rastlantısal düşünce seansları esnasında ortaya çıkmıştır. Psikolojinizde ortaya çıkacak zararlardan dolayı sorumluluk kabul etmem.
Hayatımızda bazen ne tuhaf rastlantılar oluyor. Hatta kimi zaman bu rastlantılar hayatımızın gidişatını ciddi biçimde değiştirecek kadar da etkili oluyorlar ki açıkçası bu beni oldukça düşündürüyor.
Bir örnek vermek gerekirse fazlamesai.net. Şu an hayatımda ciddi öneme sahip sitelerden biri. Siteyle ilk tanışmam bir arkadaşımın durup dururken icq üzerinden yolladığı bu makaleyi işaret eden link ile oldu... Gittim, pek te ilgimi çekmeyen makaleyi okudum, sonra sitedeki diğer makalelere göz attım, sonra siteyi her gün takip etmeye başladım, sonra açılış sayfam oldu. Ardından siteyi hazırlayan ekiple yüzyüze tanıştık, bu sitede yayınladığım bir makale ile ilk paramı kazandım. Çok geyik olmasa bir siteye girdim, hayatım değişti diyeceğim.
Ama doğruyu söylemek gerekirse tam olarak ta böyle oldu. Bir siteye girdim, o site sayesinde "benim gibi" olan insanlarla tanıştım, sosyalleştim, debian kurdum, gnu/linux'un inceliklerini öğrendim. Bugünkü mesleğime giden yolda bu tek bir linkle başlayan yolculuğun payı gözardı edilemeyecek kadar büyük.
Şimdi en başa dönelim. Ya arkadaşım bana o adresi yollamasaydı? Sonuçta toplu bir mesajdı ve beni arada unutabilirdi. O zaman ne olurdu acaba... Yine debian kurarmıydım? Veya bu kadar özgür yazılım'ı savunan biri olur muydum? Acaba hayatımda daha önce bu şekilde hayatımı etkileyen veya tam hayatımı etkileyecekken gerçekleşmeyen rastlantı oldu. Bunları hiçbir zaman bilemeyecek olmak insanın moralini bozuyor doğrusu.
Not: Hayır depresyonda falan değilim. Sadece aklıma geldi, ben de yazdım...
Çok sevgili muzio'mun Linux'la anlaşamadığını sanıyordum. Halbuki sorun benim USB port'umdaymış (sanırım). İlginç bir şekilde aleti öndeki USB çıkışlarına takınca nazlanıyor, halbuki arkadaki yuvalara takınca herşey sorunsuz. Tuhaf işler bunlar. Acaba USB port'ların sağlamlığını test etmenin bir yolu var mıdır?
Sat, 18 Sep 2004
Sonunda ben de bir Mp3 player aldım... Muzio JM-200. 256MB modeli. Oldukça hoş bir alet. Gerçi daha alır almaz Firmware'iyle oynayıp Linux'ta çalışmaz hale getirdim ama yinede güzel alet. En hoşuma giden yanı ise OGG Vorbis'te çalıyor olması. Tabii bir de OLED ekran şahane renk veriyor. 256MB kapasiteye 3 - 4 CD sığdırabiliyorsunuz. OGG formatında olursa belki biraz daha fazla olabilir. Üstelik USB'den şarj etmek gibi de bir nimeti var. Üzerinde barındırdığı USB-Host controller ile diğer bir USB-Mass-Storage uyumlu donanımınızdan Muzio'ya arada bilgisayar falan olmadan dosya aktarabiliyorsunuz.
Kısaca evden işe, işten eve giderken müzik dsinlemek için oldukça ideal bir alet. Herkese tavsiye ediyorum...
Thu, 16 Sep 2004
Tuhaf bir kelime bu... Şifonyer.... Hangi dilden geçmiş acaba? Tuhaf olan şifonyer kelimesi mi yoksa evin tam girişinde kocaman bir şifonyerin durması mı bilemiyorum gerçi...
Bazı kelimelere alışamadım, alışamıyorum. Hayır bilgisayarlarla, yabancı terimlerle her gün bu kadar uğraşırken bu kelimelere alışamıyor olmam işi daha da tuhaflaştırıyor. Fakat şu kelimelere bir bakın, sizce de tuhaf değiller mi?
Şifonyer, antre, ropdöşambr, gardolap, avize, ahize... Daha gider bu... Neyse, ben bir yüzümü yıkasam iyi olacak...
Tue, 14 Sep 2004
Bilen bilir OpenBSD kullanmadığım halde logosu olan Blowfish'in (puff) hayranıyımdır. Bunu bilen ve bünyesinde sırf hediye seçme yeteneğini geliştirmeye özel ekstra bir kromozom barındırdığından şüphe ettiğim bir arkadaşım da gitmiş sevimlilik harikası bir hediye almış.... Ne olduğunu merak edenler buradan görebilirler...
Not: Çok sevdiğim diğer hediyelerin sahibi arkadaşlar alınmasınlar, onlara da bayıldığımdan emin olabilirler...
Mon, 13 Sep 2004
South Park Studios'taki flash zımbırtısıyla kendinize benzeyen bir south park karakteri yaratabilyorsunuz. Eee.. ne demiş Jack amca:
Hep iş hep iş olmazki, delirttiniz sonunda beni...
Not: Neye benzediğimi merak edenler buradan birt fikir edinebilirler.
Not2: Bu not olayına feci sardırdım, kurtulmam lazım...
Sat, 11 Sep 2004
Yahu bu CMS alemi nasıl ilginç fikirlerle doluymuş meğersem... Tam Mambo güzel hoş derken bu sefer de Typo3 diye birşey çıktı ortaya. Aşırı seviyede modüler ve oldukça iyi bir şablon sistemi de sunuyor... Ayrıca aynı sistem altında birden fazla site/domain barındırmayı falan da destekliyor. Gerçekten ileri seviyede ihtiyaçları karşılamaya müsait. Ancak Bu avantajlarına karşılık feci karışık bir sistem. Eh artık o kadar da olacak...
Fri, 10 Sep 2004
Kesinlikle alınıp dinlenesi bir albüm. Özellikle bass gitar seviyorsanız. Albümde çoğu zaman sadece bass gitar ve davul var ki açıkçası tam benim zevkime uygun... Eğer davuldan, bass gitardan hoşlanıyorsanız alın, dinleyin... Ayrıca bu tip önereceğiniz güzel albümler varsa (bass gitar, kontrbas güzel jazz falan) bir şekilde kontak kurup önerirseniz çocuklar gibi mutlu olurum.
Not: Burada yazılı adresim sadece bilgisayarım açıkken çalışır. Eğer daha ciddi bir adres bulmak istiyorsanız sadece şunu söyleyebilirim: Use the Google Luke!
Thu, 09 Sep 2004
Adamlar Game Boy Advance üzerinde web server çalıştırdığında yeterince şaşırmıştık... Bunu yeterli görmemiş olacaklar ki şimdi de Game Boy Advance üzerinde çalışan bir PDP-6 emülatörünün içinden de olsa UNIX R5 çalıştırmışlar... Başımıza taş yağacak...
Not: Bu arada son dönemde ceplerimizde ne büyük bir güç taşıdığımıza dikkat eden oldu mu, 32bit işlemciler, 400mhz PDA'ler vs...
Mon, 06 Sep 2004
Lisp öğrenmek istyorsunuz, nereden, nasıl bulduysanız bir adet mor kitap edindiniz. Fakat işleriniz o kadar yoğun ki pratik yapmak için fırsat bulamıyorsunuz. Halbuki cevap avcunuzun içinde... PalmOS için bir Lisp yorumlayıcısı olan LispMe sayesinde evden işe, işten eve giderken ve daha toplu taşım kullandığınız her dakika Lisp kodu yazıp denemeler, pratikler yapabilirsiniz... Dahası oldukça güzel bir session yönetim sistemi sayesinde istediğiniz anda kod yazmayı kesip daha sonra kaldığınız yerden devam edebilirsiniz...
Sun, 05 Sep 2004
python -c "import this"
Sat, 04 Sep 2004
Yok, olmuyor, saatlerdir uğraşmanın üzerine zaten az olan saçlarımın hatrı sayılır bir kısmının yıllardır oturdukları mecrayı terketmelerinden sonra anladımki bu puzzle denen olay akıl işi değil, ya da ben olayı çözecek kadar akıllı değilim... Hala aklı fikri yerinde olan arkadaşlara uyarımdır. Yapmayın etmeyin, gidin başka bir uğraş bulun kendinize... Hala çok geç değil...
Fri, 03 Sep 2004
Bilen bilir, uzun zamandır şöyle güzel bir CMS arayışındaydım. Sanıyorum sonunda arayışlarım sona erdi. Mambo hem açık kodlu hem de ihtiyacım olan özellikleri büyük oranda sağlayan bir CMS. Oldukça kolay bir kuruluma ve çok kolay yönetilmesini sağlayan bir kontrol paneline sahip. Şu ana kadar hoşuma gitmeyen tek özelliği Smarty gibi bir şablon sistemi yerine elle direk PHP kodu yazmayı gerektirmesi. Tabii başka bir açıdan bakarsak bu dezavantajın doğru ellerde bir avantaja dönüşmemesi için hiçbir sebep yok.
Not: Palm'dan ne yaptıysam giriş yapamadım. Ne Plogit, ne de moBlog derdime çare olmadı... Hala araştırıyorum sebebini...
Thu, 02 Sep 2004
Özellikle benim gibi yolda belde aklınıza fantastik fikirler geliyorsa hareket halinde bloglamak (ne saçma bir kelime bu) için PalmOS kullanan cihazlarda Plogit adlı programı kullanabilirsiniz.Üstelik özgür bir yazılım kendileri. Bugün yolda ilk denemesini yapmayı planlıyorum, neticesini görürsünüz zaten yakında...
Wed, 01 Sep 2004
Bildiğiniz (veya şu anda öğrendiğiniz) gibi python çok güzel bir dil. Veri tipi tanımlama derdinden bizi kurtarırken string'le int'i toplayamayacağımızı bilecek kadar da akıllı. Fakat bu dinamik tipleme yapan (ki yazının kalanında tipsiz diyeceğim kendilerine) dillerin önemli bir problemi var. Bildiğiniz gibi C, Pascal gibi dillerde fonksiyonlarımızı tanımlarken parametrelerin hangi tipte olacağı ve ne tipte veri döndüreceği gibi şeyleri de tanımlarız. Bu bize çok önemli bir fayda sağlar. Eğer bir kütüphane (modül, library) yazıyorsak ve bu kütüphaneyi kullanan b,r programcı bizim veri tanımımıza uymazsa derleyici şikayet eder. Halbuki tipsiz dillerde biz sadece parametrelerin isimlerini veririz ve tipine karışmayız.
Bunun avantajları olduğu gibi dezavantajları da vardır. Avantajı nedir? Örneğin fonksiyonunuzda sadece parametre olarak geçirilen değişkenin read() fonksiyonunu kullanıyorsanız bir read() fonksiyonu içeren her nesne fonksiyonunuza parametre olarak geçirilebilir. Dezavantajı ise siz sadece belli bir tipte veriyi kabul etmek istediğinizde ortaya çıkar. Her parametreyi teker teker isteğinize uygun mu diye kontrol edip terslik durumunda uygun exception'ları raise etmeniz (aman tanrimcim bu nasıl bir türkçe) gerekir. Bu en basit haliyle hamallıktır ve bence bir şekilde çözülmesi gerekir.
Bu konuda çözüm olabilecek bir önerim var. Veri tiplerini fonksiyon tanımında vermek güzel bir yöntem olmakla beraber eğer C tarzında gidilirse esnekliği büyük oranda kısıtlayacaktır. Bu sebeple Python'un doğasna uygun bir tanımlama sistemi geliştirilmelidir. Bu noktada benim aklıma gelen çözüm if deyimlerinin içerisinde kullandığımız karşılaştırma operatörlerine benzer bir yapı kullanılmasıdır.
Tipik bir python fonksiyon tanımı şu şekilde gösterilebilir.
def fonksiyon(parametre): ...
Burada yapmamız gereken parametrenin tipini belirten bir işareti uygun bir yere yerleştirmektir. Örneğin Viyaduk diye bir sınıfımız olduğunu ve fonksiyonunumuzun parametresinin yalnızca bu sınıf veya bunun alt sınıfları olmasını istediğimizi varsayalım. Şu şekilde bir fonksiyon tanımı yapabiliriz:
def fonksiyon(parametre >= Viyaduk, parametre2 == dict, parametre3 != Dombili): ...
Burada sırayla olan biteni açıklamamız gerekirse >= operatörü ile ilk parametremizin Viyaduk sınıfından veya onun alt sınıflarından olması koşulunu koymuş olduk. ikinci parametremizde ise == operatörü ile o paramtrenin kesinlikle bir dict tipinde olması şartını getirdik. Son parametremiz ise parametrenin dombili sınıfından olmasını yasakladı. Tabiiki burada != gibi bazı operatörlerin gerekliliği sorgulanabilir fakat bulunmasından zarar geleceğini sanmıyorum. Hatta "in" operatörünün yardımıyla parametre olarak aldığımız nesnenin belirli bir fonksiyonu içerdiğinden daha fonksiyon tanımı sırasında emin olabiliriz.
Bu yazım tarzı tabiiki mecburi olmayacaktır. İsteyen programcılar için parametreleri sadece isimle tanımlama özelliği bu tip bir tanım sözdizimi ile birlikte sorunsuz kullanılabilir.
Not:Bu yazıyı benim için ingilizceye çevirip Python listelerine ulaştıranlar olursa çok mutlu olurum, zira ben çevirmeye üşeniyorum...